17 Haziran 2017 Cumartesi

PROF. DR. FEVZİ SAMUK

PROF. DR. FEVZİ SAMUK

HAYAT HİKÂYESİNDEN BİR KAÇ SÖZ
Fevzi Samuk 1936 yılında Trabzon, Akçaabat, Çiçeklidüzköy’de doğmuş. Babası Şükrü, İbrahim Efendi’nin oğludur. Annesi Memnune, Ahmet Demirci’nin kızıdır. İbrahim Efendi Trabzon, Pazarkapı Semtinde bulunan evinde yaşarken her nedense Akçaabat’taki köye yerleşmiş.1940’lı yıllara kadar aile kütüğü Pazarkapı’daydı.
 Babası Şükrü Bey köyüne 5 kilometre mesafede olan Akçaabat’ta dükkân açmış ve ticaretle uğraşmaya başlamış. Başlangıçta her gün köyden işe gidip gelirken daha sonra ailesini Akçaabat’a almış.
Fevzi Samuk, o zaman eğitim süresi 5 yıl olan ilkokulu Akçaabat Merkez İlkokulunda okumuş. 1947 yılında Akçaabat’ta ortaokul açılınca okula kaydolmuş ve oradan mezun olunca Trabzon Lisesine yatılı olarak kaydolmuş. O dönemde sadece belli İllerde lise vardı ve meşhur Trabzon Lisesi bütün Karadeniz Bölgesinde tek yatılı olanıydı. Dört yıllık lise tahsilini orada tamamlamış ve 1955 yılında Trabzon Lisesi Edebiyat Kolundan mezun olmuş. Lisede edebiyat hocası olan ve daha sonra üniversiteye geçen Prof. Dr. Kaya Bilgegil’den etkilendiğini ve onun sayesinde edebiyatı sevdiğini kendisi aile sohbetlerinde söylerdi.
1955 yılında İÜ Tıp Fakültesini kazanan Fevzi Samuk, ailenin gelir durumu kıt olduğu için Askeri Tıbbiye öğrenciliğine müracaat etmiş ve kabul edilmiş. Orada Coşkun Yıldıran, Kemal Aren ve Erol Olgaç samimi arkadaşları olmuş.
Kendisi 1955-1960 yılları arasında Tıp Fakültesinde okumuş. 1960’da Türkiye’de ihtilal olunca Demokrat Partili olduğu hakkında bazı arkadaşlarının ihbarı olmuş. Sonucunda evci dilekçesinde Tıp Fakültesinden sınıf arkadaşı olan Süheyla Dabbağoğlu’nun annesini teyzesi olarak gösterdiği bahanesiyle Askeri Tıbbiyeden atılmış.
Kendisine kalacak yer aramış. Bir süre Beşiktaş Yıldız’da o sırada Hukuk Fakültesinde okuyan hemşehrisi Kadir Mısıroğlu’na ait bir yurtta kalmış. Sivile ayrılır ayrılmaz Sağlık ve Sıhhat Bakanlığı bursuna müracaat etmiş. Aylık 175 Liralık burs gelince Beyazıt’ta bulunan Trabzon Talebe Yurduna taşınmış.
Bu arada semazenlik eğitimi almaya başlamış. 1962 ve 1963 yıllarında Konya’da yapılan Şeb-i Aruz’larına, yani Mevlana ihtifaline katılmış. 
Trabzon’da Lise son sınıfta okuyan kardeşi Fuat’ın İstanbul’da üniversitede okuması düşünüldüğünden Fevzi Samuk, kardeşi ile beraber oturacağı Fatih, Atikali’de bir bekâr odası kiralamış.1963 yılında küçük kardeşi Fuat da üniversite eğitimi için İstanbul’a gelmiş.
Bu arada Altan Deliorman, gazetede çalıştığı ve kendisinin ayrılacağı tashih bölümüne kendisinin yerine, Fevzi Samuk’un girmesini tavsiye etmiş. Böylece Fevzi Bey Akşam Gazetesinde çalışmaya başlamış. Önce 450 lira olan maaşı toplu sözleşmeden sonra 750 liraya çıkmış. Orada uzun yıllar musahhih (düzeltici) olarak çalışmış. Gazetedeki bu çalışma dönemi kendisine yazı yazma konusunda büyük bir tecrübe kazandırdı.
1960’lı yılların ortalarında astsubay olan ağabeyi Muammer Ankara’da ailesi ile birlikte yaşıyormuş. Kız kardeşi Güner Akçaabat’taki Ziraat Bankasından İstanbul’daki Fatih Şubesine nakledilmiş. 1966 yılında annesi, babası ve kız kardeşi Zehra İstanbul’a göç etmişler. Böylece aile İstanbul’da toplanmış ve Fatih Kıztaşı’nda bir ev kiralayarak yaşamaya başlamışlar. Fevzi ve Güner’in maaşları ile Akçaabat’taki iki evden gelen kiralarla geçimlerini temin ediyorlarmış.1967 yılı Haziran’nda Zehra’nın eksik kalan lise bitirme imtihanlarına girmesi için babası ile birlikte Akçaabat’a gittikleri günlerde baba orada hastalanmış ve vefat etmiş. 1968 Ağustosunda kız kardeşi Güner Yüksel Öz’le evlendi. Ekim 1971’de ise Fevzi Samuk’un annesi Memnune Hanım da İstanbul’da öldü.
Fevzi Samuk 1972’de Tıp Fakültesinden mezun olunca hemen askere gitti. Ekim 1973’te küçük kız kardeşi Zehra, Necati Ağıralioğlu ile evlendi. Dr. Fevzi Bey, 1974 Şubat ayında arkadaşı Ömer Yılmaz Ertan’ın kız kardeşi Yıldız Hanımla evlendi. 1974 yılında Muammer Ağabeyi de İstanbul'a yerleşmiş.1976 yılında Kardeşi Fuat Samuk Turgutlu'dan Fatma Kökurgancı ile evlendi.
Fevzi Samuk'un Askerlik hizmeti bitince, kendisi üniversitede burslu okuduğu için Bayburt Hükümet Tabipliğine tayin oldu.  İstanbul'daki dost muhitinden ayrılmak istemediğinden devlete olan burs borcunu ödedi ve Bayburt’a gitmedi.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Kürsüsü Başkanı Prof. Dr. Ayhan Songar, Fevzi Samuk’u Mevlana ihtifallerinden tanımış ve sevmişti. Kendisi, Fevzi Samuk mezun olunca ona asistanlık teklif etti ve onu asistan olarak aldı. Böylece başlangıçta ücretsiz ve kadrosuz olarak Cerrahpaşa’da işe başladı. Gündüzleri Cerrahpaşa Tıp fakültesinde çalışıyor, akşamları ise Şişli’de bulunan Fransız La Paix Hastanesinde nöbet tutuyor ve ailesini geçindirmeye uğraşıyordu.
Prof. Dr. Fevzi Samuk’un hayat hikâyesi, kendisinin 2000 yılında yazmaya başlayıp 2008 yılında tamamladığı ”Bir Ömür Nasıl Geçti “ başlıklı 158 sayfalık basılmamış kitabında ayrıntılı olarak verilmiştir. Oradan faydalanmanın mümkün olduğunu belirterek bu konuyu fazla uzatmayayım.
Dr. Fevzi Samuk, Anadolu’da tarihi akıl hastaneleri ve akıl hastalıklarının bölgelere göre dağılımı konusunda çalışmalar hazırladı (Sarı ve Akgün, 2008)
Dr. Fevzi Samuk 1978’de Ruh Sağlığı ve Hastalıkları uzmanı unvanıı aldı. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde 1983’de doçent ve 1988 yılında Profesör oldu. 2003 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden emekli oldu. 2015 yılına kadar özel muayenehanesinde çalıştı. 15 Mart 2016’da vefat etti ve İstanbul Merkez Efendi Mezarlığına defnedildi.
BAZI GÖREVLERİ
İstanbul Adli Tıp Kurumunda uzun yıllar ek görev yaptı.
1962 yılında Prof. Dr. Ayhan Songar ve arkadaşları tarafından kurulan ve halen yayın hayatına devam eden, yılda 4 defa yayınlanan, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği resmi yayın organı olan Yeni Symposium adlı derginin uzun yıllar sekreterliğini yapan Prof. Dr. Fevzi Samuk orada çeşitli mesleki makaleler yayımladı.
Aydınlar Ocağı’nın faal üyesiydi ve bir dönem yönetiminde görev aldı.
İstanbul Fetih Cemiyeti üyesiydi ve bir dönem başkan yardımcılığını yaptı.
Dr. Metin Eriş Beyin her ay düzenlediği Boğaziçi Sohbetlerine ailece katılırdı.
Zaman zaman televizyon programlarının canlı yayınlarına davet edilir ve gençliğin meseleleri ve psikolojileri hakkında konuşmalar yapardı. Bu konularda çeşitli makaleler yazdı ve yayınladı.

KİŞİLİĞİ HAKKINDA BİR KAÇ SÖZ
Tarih ve edebiyata meraklıydı. Adeta bir tarihçi kadar bütün klasik tarih kitaplarını okumuştu. Ölümünden yaklaşık bir ay önce bana telefonla,” Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fetih gerekçelerini belirten bir yazı bulabilir misin?” diye sormuştu.
Okuduklarının önemli bahislerini naklederdi. “Okuduğun veya bildiğin bir şeyi tam nakledemiyorsan o konuyu tam bilmiyorsun” derdi.
Türk diline ve Türk kültürüne hayrandı. Sinemaya ve Kovboy filmlerine meraklıydı.
Çok kitap okur ve okuduğu ve beğendiği kitapları okumaları için yakınlarına tavsiye ederdi. Evinin odalarında bulunan kitaplıklarda kitap koyacak yer bulunmazdı. Fakat evde kitap koyacak yer kalmamasına rağmen ömrünün son haftalarına kadar çıkan yeni kitapları Fetih Cemiyetinden ister, satın alır alır ve okurdu. Biz akademisyenlerin bildiklerini yazmalarını sık sık tavsiye ederdi. Benim gerek meslekle ilgili gerekse genel konularda yazılar yazmamı kendisi teşvik etmişti.
Taşkın bir sevgisi vardı. Ailesine, dostlarına ve dostluklarına düşkündü. İnsanları ve özellikle dostlarını çok severdi. Bunu her vesileyle izhar ederdi.
Çok şefkatliydi. Fakirlere, kimsesizlere kol kanal germek isterdi. Çok cömertti. Elindekinin avucundakinin hepsini isteyene verir, sonra nasıl geçineceğini düşünmezdi.
Hastaneye gelen hastalarla kardeşleri gibi ilgilenirdi. Hastaneye getirilen hasta çocukları kucağında diğer polikliniklere bizzat kendisi taşırdı. Milliyetçi ve muhafazakâr kesimin hastaları için kendi uzmanlık konusu olmasa bile saatlerce zaman harcar, onların diğer polikliniklerde tedavi edilebilmelerini sağlamaya çalışırdı.
Sinir hastası olduğunu zannedip kendisine gelen hastaların kan şekerlerini kendi polikliniğinde ölçtürür ve çoğunun gizli kan şekeri hastası olduğu için davranışlarının ve huzurlarının bozulduğunu ispat ederdi.
Ketumdu. Sinir hastalıkları uzmanı olduğundan hastalarının hastalıkları hakkında aile muhitinde veya dost muhitinde bir kelime bile konuşmazdı.
Maddi ve manevi hocalarına sonsuz hürmeti vardı. Hayatta oldukları yıllarda Samiha Ayverdi ve Ekrem Hakkı Ayverdi’yi her hafta bir dost, bir hekim olarak ziyaret eder, ateş ve tansiyonlarını ölçer, gerekli kontrolleri yapardı. Manevi değerleri bağlı ve hürmetkârdı.
Kendisi çok samimi bir insandı. Açık sözlü ve dürüsttü. Kendisinin, akrabasının veya çocuklarının aleyhine dahi olsa doğruyu açıkça söylerdi. Hakka ve hakikate âşık bir kimse olarak yaşadı ve öyle öldü.
 Kısaca olduğu gibi göründü ve görüldüğü gibi yaşadı.

ESERLERİ (Kitapları)
1.      Samuk, Fevzi, 1980. Türkiye’de Akıl Hastanelerinin Dünü ve Bugünü, İÜ Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği Vakfı Yayınları, 80 Sayfa, İstanbul.
2.      Samuk, Fevzi ve Ağıralioğlu, Necati, 1998. Kuran’ı Kerime Göre Meryemoğlu Mesih Hazreti İsa, (Türkçe ve İngilizce), Kubbealtı Yayını, Özal Matbaası, 160Ssayfa,  İstanbul.
3.      Samuk, Fevzi, 2005. Çocuk: Bedeni ve Zihni Gelişmesi, Alioğlu Yayınevi, 96 Sayfa, İstanbul.
4.      Samuk, Fevzi,  2007. Atilla Sendromu: Batı Hristiyanlığının Şuurötesi, Kubbealtı Yayını, Özal matbaası, 2006 Sayfa, İstanbul.
5.      Samuk, Fevzi, 2008. Gençliğin Meselesizliği, Özal Matbaası,105 sayfa, İstanbul.
6.      Samuk Fevzi, 2010. Edep Kapısı, Kubbealtı Yayını, Özal Matbaası,  144 sayfa, İstanbul.
7.      Samuk, Fevzi,   Tarih?,  Bir Ömür Nasıl Geçti, henüz yayımlanmadı.


FEVZİ SAMUK’UN KIZ KARDEŞİ GÜNER ÖZ’ÜN ONUN HAKKINDA BİR YAZISI

29.04.2017.
Sordular; Fevzi Ağabeyimi bize anlat dediler.
Nasıl söze başlasam, bilemiyorum. Benim Fevzi Ağabeyim bir ummandı. Nasıl desem; onun ağabeyliği ve kardeşliği de bambaşkaydı.
Ailesinin üzerine titrerdi. Cömertti. Kendisinden önce karşısındakinin menfaatini gözetirdi. Elindekini, dostlarla paylaşırdı. Bölüşmede yetişmeyeceğini anlayınca, hepsini arkadaşına bırakırdı.
Çocukluğunda, biz küçük kardeşlerine bir fiske vurduğunu hatırlamıyorum, Başımız sıkıştığında hep yanımızdaydı.
İlk ve ortaokul Akçaabat’ta okumuştu. Okul çağlarında hep başarılı oldu. Eve gelir “Anne hocanın gözüne girdim” derdi. Çocuk denecek yaşta Trabzon Lisesine yatılı gitti. Aileden, baba ocağından, çok sevdiği zümrüt gözlü Akçaabat’ımızdan ayrılmıştı. Bu ayrılış İstanbul’a kadar sürdü. Sonunda ailesini de İstanbul’a taşıdı. Hem çalıştı, hem okudu. Ailesine yardımcı oldu. Bu arada babamızı kaybettik. Okulu biraz uzadı. Hem çalışıp hem okumak kolay değildi. Annem hastalanmıştı. Devamlı yatıyordu. Okul bitince askerlik geldi çattı. Samsun’da askerliğin okul dönemini bitirdi. İstanbul’a kurası çıktı. Her şey gibi askerlik de bitti. 1960 yılında büyük insan Samiha Ayverdi’yi tanımıştı.
Bir taraftan dini bilgisini artırırken, öbür taraftan güzel insan Prof. Dr. Ayhan Songar’ın asistanlığını yapıyordu. Bir kuşun iki kanadı gibi maddi ve manevi yönlerini dengeleyerek adeta uçuyordu. Allah’ın ezelden nasipli olan kullarındandı. O, derviş Ahmet Efendinin torunu idi.
1971 senesinde annesini kaybetti. İstanbul Cerrahpaşa Hastanesinde çalışırken Isparta’nın Eğridir kazası eşrafından kendisinin de samimi olduğu arkadaşı olan Ömer Bey’in kız kardeşi ile evlendi. Eşi onun iyi ve kötü gününde hep yanında oldu. Bu mutlu evlilikten üç çocukları oldu. Bu arada profesörlüğe kadar yükseldi. 1997’de Prof. Dr. Ayhan Songar ölmüştü. Ağabeyim hastalara hocasının odasında bakıyordu. Odasında hocasının kocaman bir resmi vardı. Kendisi ölünceye kadar ona müteşekkirdi.
Çocukları büyüdü. İkisi mühendis, biri mimar oldu. O hayatta iken üçünü de evlendirdi. Oğlundan 2 erkek torun oldu. Ancak o bir tanesini görebildi. Kızlarından birer erkek torunu oldu. Üç torununu gördükten sonra, çocuklarının mesut, bahtiyar olduklarını görerek emekliliğini yaşarken ecel geldi, onu aldı.
Ağabeyimi 15.03.2016 günü kaybettik. Mekânı cennet, kabri nur olsun. Şimdi Mevlana Kapı/İstanbul Merkez Efendi Kabristanında çiçekler içerisinde yatıyor. Çocukları, eşi, kardeşleri ve dostları onu hiç bırakmıyor…
Efendimize emanet ol. Rahat uyu ağabeyciğim…

Güner Öz


NECATİ AĞIRALİOĞLU’NDAN BİR ŞİİR

PROF. DR. FEVZİ SAMUK’A
  1. Hep hakikatler talibi
Marifeti alan oldun.
  1. Beş kardeşin de sahibi
Ana’ya sarılan oldun.
  1. Ey marazların tabibi
Yaraları saran oldun.
  1. Cerrahpaşa’da nasibi
Arayıp da bulan oldun.
  1. Haktan gelenleri hasbi
Mahlûkata yayan oldun.
  1. Toplulukların hatibi
Cevapları veren oldun.
  1. Hem güzellikler kâtibi
Eli kalem tutan oldun.
  1. Hak ve enbiya muhibbi
Eşe dosta yaran oldun.
  1. Kimsesiz ile garibi
Daima koruyan oldun.
  1. Merkez’de seçtin turabı
      Dön emrine uyan oldun.
Necati Ağıralioğlu (27.03.2016)

KAYNAK

Sarı, Nil ve Akgün, Burhan, 2008. Türkiye’de Sık Karşılaşılan Psikiyatrik Hastalıklar, İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri, Sempozyum Dizisi No 62,Sayfa 1-24, İstanbul.

KEMAL ŞEKER

İSTANBUL’DA KEMAL ŞEKER BULVARI

Necati Ağıralioğlu
Geçen gün araba ile Gaziosmanpaşa İlçesinde İstanbul Caddesinden bir bulvara geçerken arabanın içindeki gençler bulvarın adının yazıldığı Kemal Şeker Bulvarı levhasının fotoğrafını çektiler.  Peki, kimdir bu Kemal Şeker?


           
Kemal Şeker, 1938 yılında Çaykara’nın Eğridere Köyünde beş kardeşin en küçüğü olarak dünyaya geldi. Babası Dursun, aynı köyden Sofuzade (Ağıralioğlu)  Mehmet Ağa’nin oğludur. Annesi Gülbeden,  Huşo Köyünden Şakoğlu Ahmet Şahin’in (Şako) kızdır.
Kemal Şeker 8 yaşında babasını kaybeder. 1948 yılında köyde ilkokul açılınca 1 Nolu haneden Kemal Şeker, 1 Numaralı öğrenci olarak okula kaydolur. Kendisi adete toplumda her zaman 1 Numaradır. 5 yıl boyunca Hocası ve Okul Müdürü olan Mehmet Akçelik’in elinden 1953’te diplomasını alır. Akranları Çaykara Ortaokuluna kaydolunca o da annesinden okula kaydedilmesini ister.  Israrları üzerine annesi  “ Kemal, imkânımız yok, seni okula nasıl kaydedeceğiz!” der. Bu konuşma sırasında evin avlusunda ben de yanlarındaydım ve aynı evde yaşıyordum.
Kemal, sarışın saçlı, mavi gözlü, güçlü ve cüsseli bir çocuktu. Mahallede çocukların birbirleriyle güreştirilmesi adetti. Kemal, üç akranı ile aynı anda güreştirilir ve bir aslanın yavruları ile oynaması gibi, üç akranını da yere yatırırdı.
İlkokuldan sonra bir süre Trabzon’da sergi ile ticaret yaptı. Bir yıl kadar ağabeyleri le Manisa- Akhisar’da bulundu. Bir ara Beykoz Deri ve Kundura Fabrikasında çalıştı. Bu arada evlendi. 1958 yılında askere gitti.
Askerde şoför kursuna kaydedilir. Verilen kitapçığı tamamen ezberlemiş ve yapılan sınavda 100 üzerinden 100 almış. Komutanı sınav sonuçlarını açıklarken “Karadenizli misin?” diye sormuş”. “ Evet” cevabını alınca, “İmla hatalarından belli” demiş.
Askerlikten sonra bir ara İzmir NATO Merkezinde çalışmış. Daha sonra akrabaları ile birlikte Van’ın Özalp ilçesinde bir okul inşaatını tamamlamışlar.
1962’de İbrahim Yaroğlu ile birlikte İstanbul, Küçükköy’e gider. Onunla bir süre çalıştıktan sonra. Bir arkadaşı ile birlikte Küçükköy - Alibeyköy arasında bir yerde bir mantar atölyesi açarlar. Bu atölye infilak edince ve işçilerden ölenler olunca dikkatsizlik- tedbirsizlik gerekçesiyle 6 ay hapiste kalır. Bir süre sonra atölyede yeniden patlama olur ve kendisi yanar. Üç ay gözleri tamamıyla kapalı şekilde tedavi görür.
Çeşitli kademelerde siyasetle uğraştıktan sonra, 1977 yılı seçimlerinde Küçükköy Belediye Başkanı seçilir. Çok çalışkandır. Kendisinin uykusu çok azdır. Gün ağarmadan kalkar, işine gider. Bir gün sabahın erken saatlerinde mahallelerde belediye çalışmalarını ve çöp toplanmasını denetlemek için dolaşırken, sabah namazına gitmekte olan aslen Bayburtlu yaşlı bir vatandaş kendisini görür ve yanına gelir.” Başkan, madem bu saatlerde mahallelerimizi dolaşıyor ve çalışmaları denetliyorsun, verdiğimiz reyler sana helal olsun” demiş.
Bu arada bir hatıramı anlatmak isterim. 1977 yılında bir gün bir kitap yazarı, bana “Senin amcan Küçükköy’de belediye başkanıdır. Orada bir fabrikadan Türkiye’nin her tarafına misyonerlik mektupları gönderilmektedir. Bunu amcana haber verir misin?” demişti. Küçükköy’de bir fabrikayı adres gösteren mektuplarda bir işçi ağzıyla eskiden çok huzursuz olduğunu, ancak Hristiyan olduktan sonra çok mutlu ve huzurlu olduğunu belirten yazılar gönderiliyormuş. Ancak mektuplar o zaman pek ender kurumda olan IBM daktilosu ile ve kuşe kâğıda yazılıyor ve Beyoğlu postanesinden postaya veriliyor. Türkiye’de o dönemde belirli semtlerde kurtarılmış bölgeler oluşturulmaya çalışılıyordu.
Amcama haber verdim. Hemen o fabrikayı ziyaret etmiş, yaptıklarını bildirmiş ve patronuna derhal burayı terk etmelerini kendi üslubunca bildirmiş. Birkaç gün içinde o fabrika tamamen boşaltılmış.
Belediye başkanlığı döneminde bizzat Ankara’da merkezi yönetimleri, İller Bankasını ve İstanbul Belediye Başkanlığını sık sık ziyaret eder. Altyapısı olmayan Küçükköy’de yol, su, elektrik, kaldırım, kanalizasyon gibi alt yapı ihtiyaçları için maddi destek ve makine parkı sağlamaya çalışırdı.
1980 ihtilali olunca bütün belediye başkanları görevlerinden alınır. Pek çoğu sorgulanarak tutuklanır. Kemal Şeker için sadece iki şikâyet yapılmış.
Bunlardan biri savcılığa yapılan bir ihbar. Soru: “Küçükköy Belediye Başkanlığınca geliştirilen ve imara açılan Beşyüzevler semti arsalarının niçin çoğu Çaykaralılara verilmiş” şeklindedir. Kendisi “Çaykara topraklarının çok kıt ve gelirsiz olduğunu, bunun için oradan çok fazla müracaatta bulunulduğunu”  beyan etmiş. Savcılık hemen takipsizlik kararı vermiş.
İkinci şikâyet askeriyeye yapılmış. Küçükköy Merkez Camii İnşaatına belediye olarak usulsüz yardım yapıldığına dair şikâyet. Kemal Şeker, camii inşaatına verilen desteklerin sadece malzeme nakli yardımı ve iş makinesi olduğunu, belediye bütçesinden bir destek yapılmadığını bildirmiş. O dosya da orada kapanmış.
Kemal Şeker Belediye Başkanlığından önce bir ara Kanaat Lokantası açmış. Kendisi gerçekten kanaatkârdır. Bir ara inşaat müteahhitliği ve bazı ürünler için imalatçılık yapmış.
Başkanlık döneminden sonra da nalburiye gibi ticaret işleri ve inşaat müteahhitliği ile geçimini temin etmiştir.


Kendisi çok cömerttir. Muhtaç olanlara yardımı sever. Alçak gönüllüdür. Her zaman elinde yedek bir para bulundurur.
Tam bir cemiyet adamdır. Hala kimin hastane, hapishane, karakol veya belediye ile ilgi meşru bir talebi varsa, o iş için koşar, koşuşturur, kendi işini ve zamanını unutur. Saatler ve günlerini o insanın işi için harcar.
Çok adildir. Haksızlığa tahammülü yoktur. Haksız olanları önce sözle ikna etmeye çalışır. Sonra ikaz eder. İkna olmaz ve haksızlıkta devam ederlerse gereğini kendi usulünce yapar.
Özellikle görev yaptığı yıllarda ve belediye sınırları içinde terör olayları tırmandırılmaktadır. Gerilimi artırmaya çalışan gazetecileri makamından kovmak, kışkırtıcı sendika ağalarına meydan dayağı çekmek, suçlu olanları devlet memuru olsalar dahi cezalandırmak gibi ona ait hikâyeler hala halk arasında anlatılmaktadır.
1960’lı yıllarda arsasını alıp inşaatını kendisinin yaptırdığı Küçükköy’deki mütevazı bir apartmanda çocukları ile birlikte yaşamaktadır. 4 kızı ve bir oğlu vardır.
Kemal Şeker, 12 Aralık 2016 tarihinde hastalandı. Lakin felç durumu gittikçe iyiye gidiyor. Topluma faydalı hizmetler sunan ve benim de yetişmemde emeği geçen amcama Rabbimizden acil şifalar vermesini niyaz edelim.

XXXXX

İcraatta adaletin timsali,
Devrinin Hazreti Ömer misali,
Dindarlıkta Çaykara’nın Kemal’i,
Selam sana, şifa sana, gül sana.