AĞABEY: ZAMANIMIZDA BİR ATABEK
(BABAM)
1. GİRİŞ
O, tabiatın yeniden canlandığı yeşerdiği ilkbahar mevsiminin, bereketli
yağmurların bol olduğu Nisan 1923 tarihinde Trabzon-Çaykara-Eğridere
Mahallesinde ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya gelir. Babası Sofuzade Mehmet
Ağa’nın oğlu Dursun Ağıralioğlu; annesi Şakoğlu Ahmet Şahin’in Kızı
Gülbeden’dir. Adını büyük babasının adı olan Mehmet koyarlar. Kendisinin
doğumundan dört (Hasan), altı (Şahide), dokuz (Ömer) ve on dört yıl sonra (Kemal) diğer kardeşleri doğdu. Çocukluğunda
sadece kardeşlerinin değil, on hanelik akraba evlerindeki çocukların da
ağabeyidir. Çünkü bu evlerdeki torunların da en büyüğüdür. 1941 yılında on yedi
yaşında olan Havva isimli bir kızla evlendirildi. O tarihlerde, yörede
gelinlerin ve özellikle yeni gelinlerin beylerine isimleri ile hitap etmesi
veya isimleriyle onlardan bahsetmesi cemiyette saygısızlık sayıldığından,
hanımı evdeki dört kardeşin hitap şeklini benimseyerek ondan ağabey diye bahsetmeye
başlar. 1945 Mayısında bir oğlu (Necati) dünyaya geldikten üç ay sonra 45
yaşındaki babası bu dünyadan ayrıldı. Bir böcek sokması sonucu zehirlenip üç
gün yatakta yattıktan sonra babasının beklenmedik ölümü onu derinden sarsar.
Bir vasıta bulamayıp, bölgede tek olan il hastanesine babasını götüremediği
için ömrü boyunca hayıflanır. Uzun yıllar boyunca çok büyük acılar yaşamasına,
sıkıntılar çekmesine rağmen hiçbirinin acısı babasının ölüm acısını geçmez. Bu hadiseden sonra, annesi, hanımı, oğlu,
dört kardeşi ve babaannesi ile birlikte içinde beraber yaşadıkları evin
sorumluluğu artık onun omuzlarındadır. Zamanla o, hal ve hareketleri ile
hadiseler karşısında duruşu ve kişiliği ile sadece evinin ve akrabalarının
değil, komşularının, hatta onu tanıyan hemen hemen herkesin ağabeyi olmuştur. Peki,
kimdir bu insan, nasıl bir kişiliğe sahiptir?
2.ÇOCUKLUK MUHİTİVE ÇOCUKLUĞU
Doğumundan önceki yıllarda devlet büyük felaketler yaşamış Osmanlı
Devleti adeta darmadağın edilmiştir. Arka arkaya gelen Yemen Harbi, Trablusgarp Harbi,
Balkan Felaketi, Birinci Dünya Harbi, Seferberlik İlanı, Çanakkale Harbi,
Sarıkamış Bozgunu devleti ve milleti iyice zayıflatmıştır. Arkasından 1916-1918
arasında onun yaşadığı bölge Rusya’nın işgali altında kalır. Kurtuluş savaşı
ile işgalcilerin saldırıları durdurulur. Fakat ülke topraklarının büyük bir
bölümü kaybedilmiştir. Milyonlarca vatandaş öldürülmüş ve bir o kadarı sakat
kalmıştır. Köydeki Şamil amca bir sohbetinde: ”Seferberlik ilanında bu köyden babalarımız, amcalarımız 78 kişi askere
gitti, içlerinden pek azı geri dönebildi,” demişti. Kalanların elinde mal,
servet ne varsa tükenmiştir. Cumhuriyetin kurulduğu yılda doğan bu çocuğun muhitinde
bütün ülkede olduğu gibi büyük yaralar ve yokluklar vardır. Bu yaralar yavaş
yavaş sarılmaya çalışılırken 1929’da bölgede şiddetli bir sel felaketi meydana
gelir. Sel ve toprak kaymaları arazilere, evlere ve insanlara büyük zararlar
verir. Bu olaylar yöredeki insanların ve çocukların üzerinde derin etkiler
bırakır.
Bölgedeki yaşıtlarının çoğu gibi nispeten huzurlu bir aile ortamında
çocukluk yılları geçer. Sağlıklı ve çok güçlü bir bünyesi vardır. Gerek
babasının sağlığında babası ile gerekse ölümünden sonraki gençlik yıllarında
akraba grupları ile doğuda Trabzon, Bayburt, Erzurum, Erzincan, Kars, Sarıkamış
gibi şehirleri, batıda İstanbul, Eskişehir, Bursa, Balıkesir, İzmir, Manisa
gibi vilayetleri gezmiş ve oralarda çalışmıştır. Bu seyahatlerde o yöreleri ve
insanlarını gözlemler. Bir gün Balıkesir Lisesi önünden geçerken yaşıtlarının
okula gidişini seyredip onlara gıpta ile bakmış ve gençliğinde esaslı bir
tahsil yapamamanın üzüntüsünü yaşamıştır. Altı-yedi yaşlarındayken babasından okumayı ve
yazmayı öğrenmiştir. O yıllarda köyde okul yoktur. Bu yüzden hiç okula gidemez.
Önceki dönemler ilçede bulunan medreseler de onun çocukluğunda açık değildir. Ancak
medrese hocaları isteyenlere hocaların evlerinde ders vermektedir. Evin
işlerinde ev halkına yardım eden bu çocuk fırsat buldukça arkadaşları ile hocaların
evine giderek Arapça dil dersleri ve din dersleri alır. Fakat evdeki işlerden
dolayı bu dersleri aksatır. 1947 yılında tekrar Arapçaya başlar ve yine devam
edemez. Dersleri iyi anladığı fark edildiğinden muhitin teşviki ile yeniden
derslere başlar, ama bitemez. Bu
derslere devam edebilenlerin bir kısmı hafız, bir kısmı hem hafız hem de hoca
olmuştur. Kendi kendine çalışarak
ilkokul sınavlarına hazırlanmış ve girmiştir. Bu sınavlarda onu çok başarılı
bulan hocalarıyla daha sonra samimi arkadaş olmuştur. Ortaokul sınavlarına
hazırlanırken askere gitmesi gerektiğinden sınavlara girememiştir. İki yıllık
İstanbul-Bakırköy askerlik döneminde de kendisini geliştirmeye devam etti..
3. EVİN SORUMLULUĞU
Ağabey babasının ölümünden sonra, kendisinden sonra gelen kardeşini (Hasan)evdeki
erkek işlerini yapmak üzere bırakarak, ikinci kardeş (Ömer) ile yılda beş altı
ay bölge dışına çalışmaya çıkar. Bu durum askerden döndükten sonra da iki yıl
devam etmiştir. Muhite göre orta halli bir geçimleri vardır. Dedesinden kalan
arazilere babası, tarla, çayır, fındıklık ve odunluk gibi arazi parçaları satın
alarak eklemiş ve evin iş hacmini artırmıştır. Bu sayede 2. Dünya harbi
öncesindeki ve sonrasındaki kıtlık yıllarını bir sıkıntı yaşamadan atlatmışlardır.
Gurbette kazanılan paranın bir kısmı ile babasının mülk satın almak için
edindiği ve ölümü ile ortada kalan borçların yarısı ödenir. Diğer yarısı koyun
ve inek satarak daha önce ödenmiştir.
1947 de kendinden altı yaş küçük kız kardeşi (Şahide), iki yıl sonra
kendisinden sonra gelen erkek kardeşi (Hasan)evlendirilir. Bir yıl sonra
babaanne (Hatice) 1950’de vefat eder; ertesi yıl 1951’de kendisinin bir kızı
(Safiye), erkek kardeşinin bir oğlu (Reşat) dünyaya gelir.
Yörede tarım ve hayvancılıkla uğraşılır. Koyun ve inek beslenir. Her yıl
canlı hayvan, hayvan derisi, koyunyünü, tereyağı, peynir, fındık bazen de kuru
fasulye gibi ürünler satarak evin ihtiyaçları karşılanır. Arazinin çok dik
olmasından dolayı bütün işler insan emeği ile yürütülür. Bu bakımdan işlerin
bitirilebilmesi için evdeki büyük küçük her fert gücünün yettiği kadar çalışmak
zorundadır. Geçimlerinde bir sıkıntı olmamakla beraber, kendi ifadesi ile daha
rahat geçinmek ve kalkınmak için akraba grupları ile birlikte gurbete çıkmaya
devam eder, inşat ve kerestecilik işlerinde mevsimlik çalışır, para kazanır.
4. YÖRENİN GEÇİM DURUMU
Evlerde genellikle, çarşıdan tuz, gaz, şeker yanında bazı giyim ve ev
ihtiyaçları karşılanır. Hemen hemen her evde kenevir yetiştirilir ve kenevir
dokuma tezgâhı vardır. Tarlalarda yetişen kenevirden iplik eğrilir ve tezgâhlarda
kumaş dokunur. Bu kumaşlardan kadın ve erkekler için iç çamaşırı dikilir. Yine
kenevirden ip, halat gibi ev eşyaları yapılır. Çorap, kazak ve yelekler beslenen
koyunların kırkılması ile sağlanır ve evlerde hazırlanan yün ipliklerle örülür.
Bunun için kadınlar gündüz ev işlerini tamamlar, gece veya gündüz yollarda yün
örer, geceleri iplik eğirir veya kumaş dokur. Kumaş haline gelinceye kadar yün
veya kenevirler yıkama ve tarama gibi bazı işlemlerden geçirilir. Ara sıra
erkeklere yün başlıklar da örülür. Koyunyünü bol olan evlerde bazen yün kumaş
da dokunur. Bu kumaştan heybe gibi ev eşyaları yapılırken, arada bir de çarşıda
terziye verilip elbise diktirilir. Hanımların
dış kıyafet için çarşıdan basma, pazen veya divitin türü kumaş alınıp evde
elbise dikilir. Yün kuşak, yün atkı, önlük, lastik ayakkabı, yazma veya eşarp satın
alınan giyim eşyalarındandır. Erkeklerin dış kıyafeti için yünlü veya ketenli
kumaşlar satın alınıp çarşıda diktirilir. Evlerde ahşap peyke üzerine keçe
serilir. Genellikle bu keçelerin yünü keçeciye verilir ve keçe yaptırılır. Kırkılmamış
koyun derisi kurutulur ve evlerde post olarak kullanılır. Bu postlar duvara
asılır, ya seccade olarak veya gelen misafirin oturması için keçenin üstüne
serilir. Döşek ve yorganlar genellikle yünden, bazen de pamuktandır ve yüzleri
çarşıdan satın alınır. Çarşıdan ev eşyası olarak kap kaçak yanında, tarla,
çayır, odun ve kereste aletleri de satın alınanlar arasındadır. En yaygın
olanlar, bel, kazma, kürek, dirgen, orak, tırpan, tırmık, balta, satır, tahra,
keser, testere ve rendedir. Bunların bir kısmının sapları evlerde hazırlanır.
5. MEYVA DİKME MERAKI
Ağabey çocukluğundan beri meyve fidanı dikmeye meraklıdır. Gençliğinde ormanlardan
çeşitli meyve fidanları bulur, getirir, onları evlerin etrafına, tarla
yarlarına ve fındıklıklarda uygun yerlere diker. Birkaç yıl sonra aşı zamanları
gelince, her meyvenin en güzel cinsinden aşı dalları alır, onları aşılar. Kalem aşısı dâhil diğer aşı türlerini bilir;
aşılamada titizlik gösterir. Aşıladığı meyvelerden tutmayanı pek olmaz.
Fidanlar dikildikten altı-yedi yıl sonra meyve vermeye başlar. İlerlemiş
yaşlarında bile uzaklardaki ormanlardan çam fidanları bulur, arabalarla taşıtır
ve mezarlıklarda boş yerlere diker.
6. ASKERLİK GÖREVİ
7 Temmuz 1952 yılında gittiği askerde güzel el yazısı ile dikkati
çektiğinden bölük yazıcısı olarak görevlendirmiştir. NATO’dan yeni gelmiş ve
birlikte hiç kimsenin kurmalarını bilmediği Amerikan barakalarının
kurulmasındaki becerisi ve zekâsı bölük komutanının dikkatini çekmiş. Bölük
komutanı onu gelişinden üç ay sonra çavuş kursuna göndermiştir. Oradan pekiyi
derece ile belge almıştır. Nüfusa olduğundan çok küçük yazıldığı için
askerlerin çoğu tarafından ağabey olarak çağrılır. Bölükte sayılır, sevilir.
Zekâsı, dikkati, samimiyeti ve dürüstlüğü ile ve iman ve uygulamaları ile giyim
kuşamı ve terbiyeli hal ve hareketi ile o herkesin saygısını kazanır.
Askerlerine, arkadaşlarına, hatta subaylarına ve onların hayat tarzına, tavır ve
kişiliği ile olumlu tesirler yapar. Bölük komutanı tezkere bırakmasını ister.
Annesinden ayrılamayacağını ve memleketini terk edemeyeceğini beyan ederek
teklifi kabul etmez. Gerçekten annesine çok düşkündür. Annesinin ölümünden
sonra bile, her zaman annesine hizmetinde bir eksiklik olup olmadığını kendi
kendine sorgular. Komutanı annesine mektup yazıp oğlunun askerde kalmasına izin
vermesini istemişti. Hatta, askerden terhis olduktan yaklaşık 6 ay sonra bölük
komutanı kendisine uzun bir mektup yazarak askerde yapmış olduğu hizmetlerden
dolayı teşekkür eder. Ayrıca annesine hitaben de bir mektup hazırlar, böyle bir
evlat yetiştirdiği için onu tebrik eder ve ellerinden öptüğünü bildirir.
7. OKUMA MERAKI
Ağabey askerlik bitiminden sonra da işlerden fırsat buldukça okumaya ve
öğrenmeye devam eder. Devamlı Arapçasını geliştirmeye çalışır. Bir fıkıhçı
kadar İslam hukukunu kitaplardan öğrenir. Halka Hukuk Bilgisi gibi bazı pratik
kitaplar okumak yanında, Kuran’ı ezberlemeye çalışır. Bu çalışmalar sayesinde ayetlerin
nerdeyse yarısını ezberlemiştir. Muhitindeki konuşmalardan, kelimelerin
telaffuzunu ve manasını duyarak tam doğru öğrenemediği için bir Osmanlıca-Türkçe
cep sözlüğünü okuyup ezberlemiştir. Daktilosu yoktur. Kâğıtları rulo haline
getirerek klavye hazırlamış, alfabe harflerini o kâğıtlar üzerine yazmış ve on
parmak daktilo yazmayı o kâğıttan klavye üzerinde öğrenmeye çalışmıştır.
Matematiğe çok meraklıdır. İşlerden fırsat buldukça kitaplardan kendi kendine
matematik öğrenir. İlk ve orta öğretim okullarını dışardan bitirip iki fakülte
mezunu ve nihayet müftü olan gençlik arkadaşı Hafız İsmail, ağabeyin evine
ziyaretine geldiği bir gün orada bulunanlara ”Benim matematik hocam kendisidir” demişti.
Ağabeyin çok güzel el yazısı vardır. Her işte olduğu gibi yazı işini de
en iyi ve güzel yapmaya çalışır. Gençliğinde, köydeki doğum, evlenme, ölüm,
senet gibi beyannameleri köydeki herkes ona doldurtmak ister. Çünkü kaymakamlık
onun yazdıklarını itirazsız kabul eder. İlçenin pazarı Salı günleri kurulduğu
için her hafta pazara gider. Çoğu kimse öğleye kadar veya en geç ikindiye kadar
işlerini bitirip evine döndüğü halde, o yatsıdan önce dönemez. Çünkü evin
siparişlerinden önce insanların yazı evrakını bir kahvehane masasının üzerinde
itina ile ağır ağır doldurulacak ve ikmal edilecektir. Bu evrak doldurma veya
senet hazırlama işi karşılığı olarak ne vereceklerini soranlara: ” Babamın ruhu için dua,” cevabını
verir, hiçbir bedel kabul etmez. Bunun için geç saatlerde eve döner. Annesi
üzülür ve telaşlanır; yarı şaka yarı ciddi:
“Çarşıda en son dükkânı sen mi
kapattın,” sözü ile onu kapıda karşılar.
8. YENİ EV YAPMA
Kendisi askerdeyken diğer iki erkek kardeşten Ömer 1953’te, Kemal 1954’te
evlenir. Aynı evde kalmakta olan dört kardeşin her birine birer oda, anneye
oturma odası ayrılır. Diğer geniş bir oda misafir odası olarak kullanılır. Askerden
dönüşünden bir yıl sonra üçüncü kardeş Ömer’in Mustafa isminde bir oğlu olmuş
böylece evdeki torunların sayısı dörde ulaşmıştır. Artık altı odalı ahşap ev
dar gelmeye başlamıştır. Ağabeyin öncülüğünde yeni bir ev yapma hazırlığına
girişilir. Bu hazırlığın en zor işi evin kendi ormanlarından kereste kesip arsa
yerine taşımaktır. Kiriş, direk, taşıyıcı ahşap duvar, saray bağları ve
mertekler gibi taşıyıcı sistemlerin, çok uzun ömürlü olan kestane ağacından
yapılması gerekir. Tavan, döşeme gibi her zaman değiştirilebilen kısımlar
genellikle daha az dayanıklı olan çam (ladin) ağacından seçilir. Bu keresteler
orman yerinde kesilecek, yontulacak, biçilecek ve ev yerine taşınacaktır.
Yapılacak binanın ocak ve baca konacak bazı duvarları taştan yapılacaktır. Yerin
altında taş ocağı yerleri kazılarak uygun taş aranır, uygun taş ocağı bulunursa
dinamitle sağlam kayalar çıkarılacak ve arsa yerine taşınacaktır. Ayrıca
kiremitler için uygun toprak olan yerlerdeki kiremit fırınlarında kiremit
pişirilecektir. Bunun için istenen nitelikte toprak kazılacak, taşları
elenecek, hamur haline getirilecek ve kiremit kalıplarına dökülecektir. Bir
süre kurutma binasında kuruduktan sonra fırına yerleştirilerek, ormandan
taşınan odunlarla kiremitler pişirilecektir. Bütün bu kiremit işlemlerini en
küçük kardeş (Kemal) yürütmüştür. Bu yıllarda ikinci kardeş askerliğini
yapmaktadır. Bu kiremitler hazırlandıktan sonra bunlar da insan sırtında inşaat
yerine ulaştırılacaktır. Kiriş ve direk gibi sarp yamaçlarda taşınması zor
malzemelerin taşınması erkeklere, taş ve kiremitlerin taşınması gelenek olarak
kadınlara aittir. Bu kadar malzemenin imalatı ve taşınmasında bütün ev halkı
çalışmıştır. Yeni bir ev yapmak en zor işlerden biridir. Altı odalı yeni bir ev
yapmak için bütün ev halkı seferber edilir. Kereste ve taş taşıma gibi en zor
işlerde komşulardan imece usulü ile yardım alınır. Artık sıra evin arsasının
kazılmasına gelmiştir. Bu kazıdan sonra, Nisan 1956 da muhitte iyi marangoz
ustalarından, ikisinin de ismi Ahmet olan Ahmet Pamuk ve Ahmet Arslan) iki usta
tutulmuştur. Yapım sırasında ustalara ve yardımcıları ile bütün çalışanlara kuşluk
vakti kahvaltı ve öğlen yemek hazırlayıp vermek de ev halkının
vazifelerindendir. Bu işi ağabeyin hanımı Havva üstlenmiştir. Nihayet çatıya
sıra gelir ve evin çatısı kurulur. Geleneklere uygun olarak çatının kurulduğunu
gösteren bazı renkli yeni kumaşlar çatının yüksek bir kısmına asılır. Taş duvar
ustalığını çoğunlukla ağabey yapar. Küçük dayısı (Selman) iyi bir duvar örücüsü
olduğundan 10 gün kadar yeğenlerine yardıma gelmiştir. Tam yoğun çalışmaların
olduğu öğlen vaktine 15-20 dakika kala, yeğen yapmakta olduğu işi yarım
bırakır, abdest alır, kıyafet değiştirir, temiz elbiseler giyer ve cemaatle namaz
kılmak için100 metre mesafedeki camiye koşar. Bu her gün böyle devam eder. İşler
beklenen hızda gitmediği için dayının canı sıkılır. Pek az, fakat nükteli konuşan
dayı, bir gün camiden dönüşünde, yeğenine ismi ile hitap ederek: “Mehmet, camiye bu kadar düşkünlük iyi
değil,” demiştir. Fakat değişen bir şey yoktur. Onun programında, yapılacak
iş prensip meselesi ise, padişah dahi gelse, bir değişiklik olmaz.
9. İMAR VE İNŞAATÇILIĞI
Babasının ölümü ile askere gidişi arasındaki yıllarda onun öncülüğünde
bir kom evi ile bir yayla evi yıkılıp yeniden yapılır. İleriki yıllarda da bu
inşaatçılığı devam eder. İki samimi arkadaşı ile Trabzon çarşısına çok yakın
bir arsa satın almış ve üzerinde beş katlı bir apartman yapmışlardır. Emekli
olduktan sonra yayla evini yıktırıp yeniden yaptırır. Ayrıca köydeki evin alt
katında başlangıçta planlandığı halde, gerçekleştirilmemiş olan bir salon ve
odadan ibaret bağımsız bir misafirhanenin yapılmasına rehberlik eder. Bu
işlerin yanında, çoğu ahşap olan iki köy evi, iki şehir evi, iki mezra evi ve
bir yayla evi yanında yayla köyündeki bir evin bakım ve onarımını aksatmadan
sürdürmeye çalışır. Bir bakıma o imarcı ve inşaatçıdır.
10. İLK MUHASEBECİLİK DENEMESİ
Ağabeyin büyük kayınbiraderi uzun yıllardan beri köyün muhtarıdır. Her
yıl köy bütçesini hazırlayıp kaymakamlıkta onaylatmak işkence halini almıştır.
Çünkü köy bütçelerini ilçede iki kişi tanzim edebilmektedir. Onlar muhtarlık işlerini
her yılbaşında sıraya koymakta ve işler gecikmektedir. Kendisi eski defterleri
incelemiş ve muhtara yardım olsun diye bu işi kendisi yapmak istemiştir. Fakat
kayınbirader onun bu işi yapabileceğine güvenmez ve onu bir iki yıl oyalar.
Fakat yine ısrar edince, bu sefer kıramaz, ”Ne
yapalım yanlış olursa, yeniden ilgili elemana yaptırır, bedelini öderim,”
diye düşünmüş ve köy bütçesinin onun tarafından hazırlanmasını kabul etmiştir.
Ağabey köy bütçesini hazırlamış ve muhtar ilgili memura çekinerek belgeleri
teslim etmiştir. Memur bir süre sonra muhtarı çarşıda görmüş ve sormuştur: “Senin defterleri kim hazırladı”. “Bizim oradan
bir genç,” cevabını alınca, “Çok
güzel olmuş. O kadar güzel yazı yazabilen o genci görmek istiyorum, onu yanıma
getirir misin,” demiştir. O genç yanına gelince, memur başka bütçeler
yapmak isteyip istemediğini sormuştur. O ise yapamayacağını, çünkü Trabzon’a
gideceğini söylemiştir.
11. KARDEŞLERİN AYRILMASI
Yeni ev yapılıp tamamlanmış, ağabeyin 1956 Eylül ayında bir erkek çocuğu
(Dursun) dünyaya gelmiş ve Mart 1957 tarihinde kardeşler birbirlerinden
ayrılmıştır. Anne Gülbeden ile en büyük ve en küçük kardeş eski evde kalır,
diğer iki kardeş, Hasan ve Ömer, yeni
eve geçerler. Böylece kardeşlerin keseleri de ayrılmış olur. Evleri ve keseleri ayrılmış olmakla birlikte,
Ağabey kardeşlerin evleri ve geçimleri ile devamlı ilgilenmiştir. Ömürleri
içinde onlara sadece ağabeylik yapmaz, bir bakıma babalık yapmıştır. Onların
evlenmelerinde, iş kurmalarında, hastalanmalarında hep yanlarındadır. Ayrı
evlerde oturmalarına rağmen, aynı evdeymişler gibi onların evlerinin
ihtiyaçlarını da düşünür. Her görüşmelerinde her birine bir ihtiyacı olup
olmadığını sorar. Hâlbuki bazılarının
maddi durumu ondan çok daha iyidir. Sadece kardeşleri ile değil, bütün
akrabaları ile alakalanır. Uzakta olanları fırsat buldukça ziyaret eder, bazı
küçük hediyeler götürerek gönüllerini hoş etmeye çalışır.
12. TRABZON’DA MUHASEBECİLİĞE
BAŞLAMA
Ağabey artık 34 yaşındadır. Şehirde bir mesleğinin olmasını arzu etmektedir.
Trabzon’a gidip bir lastik ayakkabı firmasının satışını üzerine almıştır. Fakat
bu konuda fazla imalatçı ortaya çıkınca mallarını satmakta olduğu fabrika
sahipleri tarafından kapatılır. Hiç kimseden öğrenmeden, kendi kendine muhasebe
defterleri tutmayı öğrenir. Ticari muhasebe
defterleri tutmak ister, fakat tecrübesi yoktur. Çocukluk komşusu ve en büyük
kardeşinin kayınbiraderi olan, şehirde toptancılık yapan İbrahim Bey (Yaroğlu),
muhasebe defterlerini onun tutmasını ister. Etrafındakiler, onun tecrübesi
olmadığını ve bu işi yapamayacağını kendisine telkin ederlerse de: “Bilsem bir milyon lira kaybedeceğim, yine
de defterlerimi ona vereceğim,” diyerek kararını kesinleştirir. Yılbaşında
defterlerini ağabeye teslim eder. Böylece ağabey ticari muhasebe işine başlamıştır.
Yıllar boyunca zaman zaman bu hadiseyi anlatır, İbrahim’e minnet ve şükran
duygularını dile getirir. Daha sonra Sadık Bey (Çakır) ve Yusuf Bey (Canoğlu)
gibi toptancıların büyük defterlerini de almıştır. Muhasebe defterlerine
başladıktan iki sene sonra bu konuda bir belgesinin olmasını istemiş, Ticaret
Lisesinin üç aylık gece muhasebe kursuna katılarak muhasebecilik belgesini almıştır.
Zamanla muhasebesini tuttuğu kişilerin ve firmaların sayısı 30-35’i bulmuştur.
Geçimini bu yolla sağlar ve 1996 yılında emekli oluncaya kadar bu işle uğraşır.
Bu süre zarfında en az ayda bir defa köyü ve evini ziyaret eder. Ailesi ara
sıra Trabzon’da, bazen köyde kalır. Zaman ve parasının bir kısmını vilayeti ile
köyü arasındaki 80 kilometrelik yolu gidip gelmekle geçirir. Ama ev ve anne ziyaretlerini
hiçbir zaman ihmal etmez.
Köye gidişinde her seferinde döneceği zaman akraba büyükleri olan Ali,
Büyük Mustafa, Küçük Mustafa, Muhammet ve Osman amcaları ve diğer büyükleri, özellikle
Şamil ve Sait amcaları ziyaret eder, duaların alır. Bunu ev halkına da tavsiye eder
ve yaptırır. Bir defasında Trabzon’a gitmeden önce Ali amcaya ziyarete gitmişti.
Ali amca ona ismiyle hitap ederek: ”Bugün Trabzon’a gitme,” demiş. O da “ Peki,”
diyerek evine dönmüş ve o gün seyahatten vazgeçmiştir. Ertesi gün Ali amcanın
cenazesi vardır. Cenazeye katılmış ve bizzat onun defin işine yardım etmiştir.
Her iş gibi defin işlerini düzenli yapar ve yaptırır. Her seyahat için evden çıktıktan sonra, mutlaka
aile mezarlığının önünde durur, duasını okur, yoluna öyle devam eder.
Trabzon’da önceleri bir akraba evinde, Yaroğlu, ve ardından bir arkadaşının
Nazım Kofoğlu) evinde kısa bir süre kaldıktan sonra bir arkadaşı ile ortaklaşa
(Hüseyin Boz) bir ev kiralamıştır. Artık ailece oturabileceği bir eve ihtiyacı
bulunmaktadır. Daha sonra bir aile dostunun (Cemal Sarı) iki katında oturduğu 3
katlı evinin giriş katını kiralar ve yaklaşık 27 yıl bu evde kirada oturmuştur.
1978 yılında Çarşıda Yazıcıoğlu Sokak’ta arkadaşları ile yaptırdıkları bir
apartmana taşınır.
13. KÜLTÜR İŞLERİ
Ağabey şehirdeki kültür ve siyaset olayları ile ilgilenir. Gerçi doğrudan
siyasetle ilgisi yoktur, Ama genelde ve prensiplerde siyasetle ilgilenir. 1957
yılında zamanın başbakanı Adnan Menderes Trabzon Belediye Binasının balkonundan
halka hitap etmektedir. Kendisi dinleyiciler arsındadır. Bir ara başbakan onu
işaret ederek, “Arkadaki genç, sen, bir
şey mi söylemek istiyorsun,” diye karşıdan sormuş. Ona mı söylüyor acaba,
birden şaşırır ve etrafına bakınır. “ Evet, siz, çok dikkatli dinliyorsunuz, bir şey mi
istiyorsunuz,” diye sorusunu tekrarlayınca: “ Sağ olun; sağlığınız istiyorum,” diye cevap vermiştir. Kendisinin
çok ciddi duruşu ve nüfuz edici bakışları hatibin dikkatini çekmiştir. Şehre
gelen kültür adamlarının konuşmalarını fırsat buldukça dinler. O dönemlerde
yayınlanan fikir ve iman dergilerinden İslam ve Hilal gibi dergileri satın
alır. Prof. Dr Ali Fuat Başgil’ in Demokrasi Yolunda, Gençlerle Baş Başa, gibi
kitaplarını ve diğer bazı yazarların eserlerini, bilhassa dini kitapları satın
alır, eve getirir. Bu dergi ve kitapların bazı kısımlarını evde çocuklarına
yüksek sesle okutur ve kendisi dinler. Böylece çocuklarının fikir ve iman temellerini
sağlamlaştırır. Yıllar sonra bu davranışını öğrenen bir psikiyatri profesörü
Fevzi Samuk: “ Bu bir irfan
göstergesi. Günümüzün pek çok aydını,
çocuklarını yetiştirme konusunda böyle bir irfanı gösterememektedir,” diye
konuşmuştur.
14. YAZI TİTİZLİĞİ
Kendisinin son derece düzgün ve okunaklı el yazısı vardır: Süslü majüskül harflerle başlayan matbaadan
çıkmış gibi muntazam bir el yazısı. Pelikan gibi özel marka kırmızı ve mavi
mürekkep kullanır. Dolma kalemleri de en iyi markalardandır. Yevmiye defterlerinin her sayfasına, hesap
adı kırmızı mürekkeple, hesabın açıklamaları ve rakamları ise mavi mürekkeple yazılır.
Yazıların, rakamların hepsi uygun satır ve sütunlardadır. Sütunlardaki alt alta
rakamlar makinesiz kolaylıkla kafadan toplanabilir. Sayfalarda en ufak silinti
veya kazıntı görülmez. Hatalar yeni bir hesap açılarak düzeltilir. Yıllarca
tutulan yüzlerce defterde en ufak bir düzensizlik görülmez. Bu defterlerin
birkaçı saklanıp gelecek nesillere örnek olarak gösterilse revadır. Kaliteli kalemlere meraklıdır. Parker,
pelikan markaların son modellerini yurt dışından veya İstanbul’dan getirtir. Bir
defasında yurt dışından ne istediğini soran oğluna, falan model Parker dolma kalem
getirmesini söylemiştir. Ceketinin iç cebinde mavi ve kırmızı yazan en
kalitelilerinden iki dolmakalem mutlaka bulunur. Masasının üstü sanki kalem
koleksiyonu gibidir. Ayrıca kırmızı, mavi yazan sabit kalemler, çeşitli
sertlikte kurşun kalemler sivri bir şekilde açılmış hizmete hazırdır.
15. GİYİM TARZI
Ağabey zevkli giyinir. Kendisinin beğenip almadığı ve beğenmediği hiçbir
giyimi, çok değerli hediye olsa bile, giymez. Gençliğinde özel bir terzide diktirilmiş
lacivert takım elbisesini sadece çarşıya giderken giyer. Komşu gençlerin bir
kısmı onun bu takım elbisesini ödünç alıp düğüne falan giderlerken giyerlermiş.
Gerek takım, gerekse tek ceket, pantolon elbiselerinin kumaşını
çoğunlukla yünlü kumaştan kendisi seçer ve hepsini titiz bir terzide diktirir.
Bir ara manifatura dükkânında çalıştığından mıdır neden bilinmez, kumaştan çok
iyi anlar. Kumaşın yün oranını, ketenini, sentetik ipliklisini, ipeğini, ütü
tutanını, tiftikleneni, dayanıklı olanı iyi tanır. Yörenin gelenek ve
göreneklerine göre hanımların yaşlarına ve evlilik durumlarına göre kumaş türü,
rengi ve desenini doğru seçer.
Yüksek belli pantolon giyer, ayakkabılarını uzun süre özel ayakkabı
ustalarına yaptırmıştır. Gömleklerini arkadaşı olan pijama ve gömlek terzisi
Kemal Usta (Baltacı) dikmiştir. Her zaman ev elbisesi ayrı, iş elbisesi ayrı,
çarşı elbisesi ayrıdır. Bazen günde beş altı kere eve gidip gelmesi
gerekebilir. Her seferinde elbise değiştirir. Kravat taktığı pek görülmez.
Hediye edilen fötr şapkaları pek ender takar. İnce çizgili beyaz gömlek, tek
ceket, tek pantolon, deri kemer,
lacivert yün bere onun klasik kıyafetidir. Kış mevsiminde yün kaşkol,
yün palto bunlara eklenir. İstanbul’a giden arkadaşlarına yün atkı veya saf yün
lacivert bere siparişi verir. Elbiseleri her zaman ütülü ve pırıl pırıldır.
Gömlekleri her an yeni yıkanmış gibi durur. Parasını taşıdığı deriden yapılmış büyük
para cüzdanı her zaman ceketinin iç cebindedir ve cep daima düğmelidir. Sait
Yaroğlu’nun kızı Sabahat Hanım: “Her zaman düzgün olan onun giyim ve kuşamına hayranım”
demişti.
16. YEMEK İŞLERİ
Ağabey, yemek yapmasını bilir.
Yemek pişirmeye başlamadan önce, daha evvel yıkanmış ve yerine konmuş
tencere yerinden çıkarılır ve yeniden sabunlu sıcak suyla yıkanır. Bunun
gerekçesini soran olursa: “Tencerede kalan en ufak bir yemek parçacığı mayalanmaya
sebep olup yemeğin lezzetini bozabilir ve erken bozulmasına sebep olabilir,”
yorumunu yapar. Her türlü yemek yanında
balık türlerini ve haşlama yemeklerini iyi yapar. Evde pişirilmekte olan
yemeğin tuzuna, biberine, salçasına, yağına, suyuna, baharatına müdahale eder.
Bu konuda gençlere yol gösterir ve yardım eder. Bütçesi sık sık dışarıda yemek
yemeğe uygun değildir. Evde kimse olmadığı zamanlarda veya dışarıda yemek
yemesi gerektiği durumlarda, şehirde tek bir lokantada (Çiçek Lokantası) yemek
yer. Bu lokanta Trabzon’un en temiz ve iyi lokantalarından biridir. Aşçısı eski
Cumhuriyet Lokantasının ustasıdır. Sokakta, yolda, hele hele ayakta veya
yürüyerek yemek yemez. Bir şey yerken başkalarının görmesini istemez. Yemek
seçme konusunda ve damak tadında zevk sahibidir.
17. YARDIM SEVERLİĞİ
Kendisi altın, mücevher ve halıdan anlar. Düğün yapacak olan komşular
Trabzon’a gidince onu bulur. Alınacak giyim eşyaları, hediyelik eşyalar
cumhuriyet altını veya Reşat altını, beşibirlikler, bilezik veya diğer takılar
onunla birlikte seçilir. Bu maksatla Trabzon’a gidenlere: ” Ağabeyi bulun; o hangi dükkândan ve kimden ne alacağını bilir, maldan
anlar, fiyatlarını bilir,” denir.
Çarşıya veya Trabzon’a giderken mahalleden hanımlar siparişlerini kendi
ev halkından ziyade onun almasını isterler: “ Ağabey, anneme elbiselik için 8 metre divitin alır mısın,”
gibi siparişlere sık rastlanır. O dönemde başka ayrıntıya gerek yoktur; durum
anlaşılmıştır.
Muhitindeki zenginlerin zekâtlarından bir kısmının kendi tanıdık
muhtaçlara ayrılmasını sağlar. Dağıtılacak ayni yardımları tasnif eder, kime
hangi türlerin uygun olacağını belirler. Onların memleketlerine götürülmesine
ve evlerine teslimine yardımcı olur. Yangın, sel gibi felaketlerden zarar gören
ailelere para toplamada çalışan gruba yardım eder ve tanıdığı esnafın yardım
yapmasını sağlamaya çalışır.
İnsanlara yardımcı olmayı sever. Mahallede kimin tırmık sapı kırılır veya
tırpan sapı bozulursa ya da süt makinesi çalışmazsa, ağabey evinde ise, ona gider.
Ağabey kendi işini bırakır o bozukluğu onarmak için saatlerce uğraşır.
Tanıdıkları olan bazı küçük esnafın yıllık bilânçolarını karşılıksız hazırlar.
Bir gün bir arkadaşı yıllık bilânçosunu hazırlatmak için evine gelmiştir.
Yıllık bilânço hesapları yapılmış ve gerekli evrak doldurulmuştur. İş bittikten
sonra arkadaşına: “Ben abdest alayım,
sonra beraber dışarı çıkarız,” demiş. Arkadaşı: “ Ama az önce abdest almıştın,”
deyince, cevap olarak: “Bu arada bu
defterlerdeki rakamları ve pürüzleri ortadan kaldırmak için bir sürü yalan
yanlış yazı yazdık, ellerimizi kirlettik. Onun için yeniden abdest almam lazım,”
deyip yarı şaka yarı ciddi az vergi verme konusundaki titizliliğini göstermiş,
sitemini dile getirmiştir. Gerçekte ise gençliğinden beri hayatı boyunca
uyguladığı bir prensibi vardır: Her namazdan önce abdest almak. Defterlerini tuttuğu
esnaftan az vergi verenlere daha fazla vergi vermeleri konusunda telkinde
bulunur. Memleket sevdalısıdır. Zaman zaman: “Türkiye’nin zenginleri destek verse, devlet pek çok zor işi başarır ve
dünyada ön sıralara çıkabilir,” fikrini ileri sürer.
Etrafındaki cemiyetlerle ve derneklerle ilgilenir, onlara destek
verir. Bunların yaptırdığı köy yolları,
yayla yolları, cami ve suyolları gibi işlerde para toplanmasından malzeme
alımına kadar çeşitli işler ile uğraşır. Bunların muhasebe işlerini fahri
olarak yürütür. Bu derneklerin
paralarının muhafazasını üzerine alır.
Paralarını enflasyona karşı korumak için dövize çevirir ve öyle saklar.
Cami ve köy yolları yapımı, suyolu onarımı gibi işlerde köy ihtiyar heyeti ile
birlikte işin başında bulunmaya çalışır. İnşaat işlerinden anladığı ve her işi
en iyi yapma ve yaptırma prensibi dolayısıyla bu işlerde işin başında bulunması
istenir. Ustaların en ufak hatasına anında müdahale eder ve o hatayı düzeltir.
Bu durum muhitte bilindiği için ustalar onun yanında pek çalışmak istemez. Bir
defasında kendi evinde çalışan ustaların yaptığını onlar akşam evlerine
gittikten sonra tamamıyla yıkmıştır. Ertesi gün yaptıkları işlerin yıkıldığını
gören ustalar onun gerekçesini öğrenince haklılığını kabul eder ve aynı işi tekrar
yaparlar.
18. TUMUMLULUĞU
Çok tutumludur ve parası bereketlidir. Geliri sınırlı, giderleri çeşitli
olmasına ve kirada oturmasına rağmen, hemen hemen isteyen herkese borç para
verir. Parası yoksa muhasebesini tuttuğu dükkânların sahiplerinden veya
sahiplerine söyleyerek doğrudan kasalarından kendi adına ödünç para alıp
ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını karşılar. Bazı kimselerin onun verdiği borç
para ile iş kurduğunu ve zengin olduğunu, aile bir vesile ile yıllar sonra
öğrenir. Borcun geri ödenme tarihi mi? Sorulmaz; borçlunun ne zaman parası
olursa. Etrafta dövizle, altınla ve hatta faizle ödünç para verilirken, o
verdiği paranın karşılığını verdiği para biriminden alır. Onu tanımayan birisi
bu yaptığını duysa, onu aptal sanır. Şahsi işlemlerinde asla faize yanaşmaz.
19. KENDİ İŞİNİ KENDİ YAPMASI
Kimseye yük olmak istemez. “Bir
çay bile ikram edene karşılığını vermek isterim,” der. Karşılık
veremeyeceği ikram ve ziyafetlere katılmaz. Ev halkına: “Size bir iyilik yapanı veya bir iyiliği dokunanı bilmek isterim,” der.
Oğlu yurt dışına giderken evde kullanılan elektrikli ev aletleri, koyacak yer olmadığı için, Trabzon’a gönderilmiştir.
Yurt dışından dönülünce o ev aletlerinin parasını, hem de piyasadaki
yenilerinin fiyatları ile oğluna ödemiştir. Bütün şahsi ihtiyaçlarını kendisi
karşılamak ister. Elbiselerinin temizliğini ve ütüsünü bizzat kendisi yapar.
Evdeki en ufak ihtiyaçlardan, evin temizliğinden, çamaşır yıkamadan, bulaşık
yıkamaya kadar her şey ile ilgilenir.
20. DOSTLUĞU
0 insanlara temkinli yaklaşır. İnsanların niyetlerini sezer, kötü
niyetlilere karşı mesafe koyar. Laubali hareketlere izin vermez. Onun bulunduğu
mecliste herkes terbiyeli ve seviyeli konuşmak durumundadır. Bulunduğu ortama,
sözlerinden ziyade, duruş ve davranışı ile hâkim olur. Mevkii veya zenginliği
ile ona tahakküm etmek isteyenlere veya onu küçük görenlere karşı derhal tavır
koyar, bacak bacak üstüne atar, önceki mütevazı halini üzerinden atar. İnsan
sarrafıdır, pek az samimi dostu vardır. Bunların sayısı 50’yi geçmez. Dost
seçmesini bilir. Bu dostlarını sık sık ziyaret eder, onlarla dertleşir ve
onların durumunu anlamaya çalışır. Dertlerini onlarla paylaşır, onlara yardım
etmeye çalışır. Dostları çoğunlukla
ahlak, kültür, iman ve fikir değerlerini paylaştığı kimselerdir. Bunları bilerek seçer ve sever.
Bunların bazıları ile kültür ve fikir sohbetleri olur. Şehirdeki bazı
kültür faaliyetlerine ve konferanslara onlardan vakti olan biri veya birkaçı
ile katılır. Daha sonra kendi aralarında bu faaliyetleri değerlendirirler.
Karayollarından Mustafa Bey (Kumkumoğlu), bu tür faaliyetlerde beraber bulunduğu
kimselerdendir. Bu bey, ağabeyin oğlu askere giderken: “Asker ocağı dualı, mukaddes bir yerdir. Vazifelerini çok ciddiye al,”
demiştir. Ağabey ve Mustafa Bey, Onların Âlemi
ve Mevlana gibi üst seviyede kitapları
okur ve mütalaa ederler. Olgun bir kişiliği ve sağlam bir imanı olan Mustafa
Bey’in etrafını bazı çıkarcı kimseler çevirmişler. Onun temiz imanını suiistimal
ederek, ona maddi bakımdan yük olmaya başlamışlar. Ağabey sahte şeyhlere ve
sahte keramet sahiplerine son derece kızar. Çok sevdiği ve saydığı arkadaşını
bu tür tasallutlardan kurtarmak için uğraşır. Onu çevreleyen grupla tartışır,
bu grubun iyi niyetli olmadığını arkadaşına anlatmaya çalışır ve onu ikna etmek
ister. Ölümünden 30 yıl sonra bile uzakta olan bu arkadaşının mezarını ziyaret
eder, duasını okur, onun akrabalarını arar ve evlerine uğrar.Bu arada mezarı
aynı köyde olan ve 1932 yılında vefat eden Nakşi Şeyhi Frşat Efendi’nin kabrini
ziyaret eder.
21. EMİNLİĞİ
Tanıyanlar ona itimat eder. Muhitindeki bir kimse emanet bırakacağı bir
insan arasa, aklına ağabey gelir. Kendisi bir bakıma emanetçi dükkânı gibidir.
Bir kimse dövizini, altınını veya lirasını ona emanet ederse, o da bu emaneti
kasasından sorumlu olduğu mağazanın kasasının bir köşesine koyar. Emanet
bırakan huzur içindedir. Çünkü ağabeyin bu emaneti kendisi gibi koruyacağını
bilir. Etraftaki toptancılar zaman zaman İstanbul’a mal almaya giderler. Dükkânda
bırakacağı emin birisi yoksa ağabeye rica edilir. Aynı şekilde esnaftan biri
bir yere gideceği zaman kasayı ona emanet eder. O kendi işini bırakır, emanet
aldığı dükkân veya kasayı titizlikle işletir ve korur. Bu süre zarfında kasada
oturur. Sadece namaz vakitlerinde yarım saat kasayı kapatır. Yıllar sonra bir
gün bu konuda soru soran bir akrabaya: “O
toptancı mağazalarına nezaret ederken veya kasalarını kullanırken, bir defa olsun, bu mallar benim olsa düşüncesi bile aklımdan geçmemiştir. Çünkü
onlar benim değildi,” demiştir.
22. SAYGINLIĞI VE ŞEFKATİ
İnsanları kendine saydırır. Az ve alçak sesle konuşur. Kötü söz ağzından
çıkmaz. Etraftaki her üzücü olaylardan çok
etkilenir. Devamlı mahzun durur. Kahkahayla güldüğü görülmez. Bazen hafifçe
gülümser. Ciddi, hatta sert bir yüz görünüşü olmakla beraber etrafına karşı
hassastır. Defterlerini tuttuğu iş sahiplerinin bazıları ondan yaşça büyük
olsalar bile ona ağabey diye hitap ederler. Kendi aralarında yaptıkları laubali
hareket ve şakaları onun yanında yapmazlar. Bir gün evinde, bu insanların bu
davranışına kendisinin hal ve hareketlerinin yol açtığı söylenince, bunu kabul etmemiş; onların çok terbiyeli ve
temiz insanlar olduğunu ve bunun için kendisi ile uyum içinde çalıştıklarını
söylemiştir. Ayrıca bunda bu insanların çoğunun kendisi ile aynı ilçeden olmalarını
gerekçe göstermiştir. Toptancı çocuklarının bazıları anne ve babaları kadar,
bazen onlardan çok ağabeye saygı gösterirler. Bazıları büyüdükten sonra bile
bunun böyle olduğunu kendileri söylemiştir. Yaşça ondan birkaç yaş küçük ve
sigara tiryakisi olan Ahmet Ağıralioğlu gibi akraba erkelerinin bazıları
ömürlerinin sonuna kadar saygısızlık olmasın diye ağabeyin yanında sigara
içmemişlerdir. Ağabey orta yaşlardayken
bile, mahallenin genç kızları ve
gelinleri, kıyafetleri düzgün değilse, onunla karşılaşmaktan çekinir, mümkünse
yollarını değiştirirler. Bunu yıllar
sonra Nafiye Şeker gibi bazıları hatıraları arasında sohbetlerde anlatmışlar.
Ciddi ve sert görünüşlü olmasına rağmen kavgacı değildir. Etrafına karşı
hassastır. Bir defasında yolda sırtında ağır yükü olan ve elinde bohça taşıyan
bir kadın ile önünde boş giden bir delikanlı görür. O kadının delikanlının
annesi olduğunu tahmin ederek yanlarına yaklaşır ve delikanlıya: “Al bakayım sırtına annenin yükünü,” diye
sertçe emir verir. Delikanlı “ Peki,” deyip emri yerine getirmiştir.
Hayvanlara, çocuklara ve zayıflara karşı son derece merhametlidir. Yolda hayvanları horlayan veya eziyet eden
birisini görürse, bu davranışını tenkit eder ve onlara daha insaflı
davranılmasını tavsiye eder.
23. KUVVETLİ HAFIZASI
Onun hafızası kuvvetlidir. İstanbul’a geldiği bir günün akşamı Yıldız
Sarayı’ndaki bir iftar yemeğine oğlu tarafından davet edilir. Kabul edeceği
tahmin edilmez. İftarı kimin verdiğini sormaz, ama kabul eder. Çünkü kültürlü
ve bilgili muhite sevdalıdır. İftarda Ali Fuat Başgil’in hanımı ile aynı masaya
düşer. Yaklaşık 45 yıl önce okuduğu kitapların önsözünden hocanın hanımının
adını hatırlamıştır. Henüz Ali Fuat Başgil’in hanımının adı geçmeden: “Ben sizin adınızı hocanın kitaplarındaki
önsöz teşekkürlerinden hatırlıyorum. Sizin
adınız Nüvide’dir, değil mi,” demiştir. Yaşı doksana yaklaşan Nüvide Hanım bu
dikkat ve ilgiden memnun olur. Ağabeyi ve oğlunu evine davet eder ve hocanın
kitaplarından bazılarını hediye edeceğini söyler. İftardan sonra ağabey mutadı
gereğince abdest alacaktır. Çeşmeye gider, ceketini omuzlarına alıp abdest
almaya başlar. Bir zat gelir, ısrarla ceketini tutmak ister. Karşılıklı
ısrardan sonra dayanamaz, ceketini tutmasını kabul eder. Namazdan sonra salonda
ceketini tutan adamı tekrar gördüğünde, yakındaki bana kim olduğunu sorar. “Bu iftarı veren meşhur Aydın Bolak,”
cevabını alınca şaşırmıştır.
24. ACELESİZLİĞİ
Ağabeyin hiçbir işte acelesi yoktur. Muhitinde en temiz ve en yavaş
çalışanı olarak bilinir. Yaptığı her işi en mükemmel yapmak ister. Bir bakıma mükemmelcidir.
Taş duvar örerken bir taşı son konumunda yerleştirmeden önce, beş altı defa
farklı konumda dener. Çatıdaki
akıntıları kesmek için her bir kiremidi eline alır, süpürge ile dört beş defa iyici
süpürür ve en son eliyle sildikten sonra kiremidi yerine yerleştirir. Bir sıra
kiremidi yerine koyduktan sonra su getirtir ve suyun akışını ve sızdırmazlığını
kontrol ettikten sonra ikinci sıra kiremidi yerleştirmeye başlar. Yaptığı her
işin en iyisini yapmak ister, harcanan zamandan ziyade, sağlam olması ve güzel
görünmesi önemlidir. İşlerinde yeni usuller, yeni çözümler denemek ister. Bu
yüzden başka birisinin 3 günde yaptığı işi, belki bir haftada bitiremez. Tez
canlı ve çok aceleci olan hanımı Havva, ağabeyin bu durumundan çok rahatsızdır.
Her işi mükemmel ve intizamlı yapmasını benimsemez. Çünkü işler zamanında bitirilemez.
İşler yavaş yürüyünce canı sıkılır ve: “Her
işi Nasrettin Hoca gibi farklı yapmak zorunda mısın,” diye sesini
yükseltir. Hiçbir işte acelesi yoktur. Fakat hiç boş durmaz. İşler arasındaki
boşluklarda ya bir şeyler okur, bilgisini artırır veya çalışma aletlerini bileyerek
onların verimliliğini yükseltir.
Genç yaşta ölen kız kardeşinin kocası Mustafa Kaymak ile onun ölümüne kadar
dostlukları ve karşılıklı saygıları devam etmiş olmasına rağmen, eniştenin
aceleci mizacı ağabeyin ağır hareket davranışı ile bağdaşmaz. Beraber
gittikleri bir hac yolculuğunda, ağabey sık sık kafile otobüsünü kaçırır.
Enişte telaşlanır, kafileyi bekletmeye çalışır. Bir ziyaret sırasında kafile
otobüsü hazır olarak bir süre bekledikten sonra, otobüs oradan ayrılır. Ağabey
ise, Osmanlının Hicaz demiryolu eserlerini incelemekle meşguldür. Onların eski
vagonları, harabe halindeki istasyon binaları ve bozulmuş raylarını saatlerce
incelemiş ve başka bir vasıtayla kaldıkları meskene dönmüştür.
25. DÜZENLİLİĞİ
İşindeki titizliği gibi, çok düzenli bir hayatı vardır. Gençliğinden beri
her ezandan 15-20 dakika önce, yapmakta olduğu iş ne olursa olsun, onu
bırakır, abdest alır, elbisesini
değiştirir ve camiye gider. Camiye zamanında yetişmede pek geç kaldığı vaki
değildir. Her zaman temiz çorap ve elbiseleri ile camide dikkati çeker.
Sünnetlerde en son selam verendir. Camiden en son çıkan odur. Sanki camiyi o
kapatıp kilitleyecektir. Dönüş yolunda aile mezarlığının önünde durur, duasını
okur, öyle eve geçer. Bu düzen günün her
namaz vaktinde tekrarlanır. Bayram namazlarında camiden dönüşte mezarlığın
içine girer, yakınlarının mezarı başında oturur, Yasin’i Şerifi okur, ondan sonra eve gelir. Köy camiinin zaman
zaman imamsız ve ezansız kalmasından son derece rahatsız olur. İmam izine
ayrılınca, ezanın zamanında okunması için alışılmış vakitten daha önce camiye
gider, sesi güzel olmadığı için güzel sesli birisini bulursa ezanı ona okutur.
Değilse, kendisi okur. İmamlık için kendisinden layık birisi cemaat arasında
varsa onu öne geçirir. Camiye gidemediği zamanlar, evde ev halkına cemaatle namaz
kıldırır. Böylece ev halkının sureleri tecvitli dinlemesini sağlayarak kulak
dolgunluğu oluşturmalarına gayret eder. Müezzinlik yapacak kimse yoksa o görevi
de kendisi üstlenir. Her Cuma gecesi yatsı namazından sonra Yasin-i Şerifi,
Amene Resulü ile birlikte sesli okur. Bütün geçmişlerinin ruhu için, kalanların
sağlık ve afiyeti için dua eder. Kurban
bayramlarında kurbanını ya bizzat keser veya ortak kesim söz konusu ise sonuna
kadar kurban yerinden ayrılmaz. Kurban keserken kurbanlık hayvanına eziyet
edilmemesi hususunda azami itina gösterir.
26. ZOR BEĞENİR
Yapılan pek az işi beğenir. Daha doğrusu zor beğenir. Bunun için her işi
kendisi yapmak ister. Her iş için uzun zaman harcar. Kırıcı konuşmamasına ve
şefkatli olmasına rağmen onunla birlikte çalışmak hemen hemen imkânsızdır.
Yanında çalışanın her yaptığı işi kontrol eder ve işte ufak bir hata varsa, ya
da iş kendi istediği gibi yapılmamışsa yapılan işi bozar, kendisi yeniden
yapar. Bir ustanın yerleştirdiği taşı beğenmez ve kendisi yeniden yerleştirir.
Böyle birkaç olaydan sonra yanında çalışan usta pes eder ve işi bırakır.
Kardeşleri yetişkin hale geldikten sonra bir daha onunla bir arada
çalışamamışlardır. Çünkü yaptıkları her hamleyi düzeltince onunla çalışmakta
olan kardeşinin morali bozulur ve işi bırakıp ayrılır. Fakat her hangi bir
ustanın işini bir kere beğenirse, bir daha onun işine karışmaz.
Defterleri çoğalınca bazı arkadaşları bir büro tutmasını ve yardımcı
çalıştırmasını tavsiye ederler. Bu tavsiyelere uymaz ve her işi kendisi yapar.
Hatta evdeki çocuklarının bile defterler üzerinde bir kayıt yapmasını kabul
etmez. Olsa olsa onların ancak sayfalardaki sayıların toplanmasına ve sonuçları
sayfa altına geçici olarak kurşun kalemle yazılmasına veya aylık nizamlardaki
hataların bulunmasına yardımcı olmalarına izin verir.
27. TEMKİNLİDİR
Hayata karşı çekimser ve temkinlidir. Ticari kabiliyet zayıftır. Gençlik
yıllarında babası ona bir dükkân açmış, fakat her nasılsa o, bu ticaret işinde
başarılı olamamıştır. Kendisini
düşünmez. Annesi zaman zaman bunu: ” Kendi
menfaatini bilmez, kendi kendinin rızkına mani olur, sözleri ile dile
getirmiştir. Hiç kimseye minnet etmez.
Yolculuklarda bilet alırken en kötü yeri teklif ederlerse itiraz etmez, kabul
eder. Yıllar önce bazı arkadaşlarının ortak ticaret yapalım tekliflerini geri
çevirmiştir. Bunların bazıları yıllar içinde ticaretten oldukça iyi varlıklar
edinmişlerdir. İki arkadaşı ile bir apartmanı inşa edip tamamladıktan sonra bu
arkadaşları ona, bu apartmanı satıp müteahhitliğe beraberce devam etmelerini
teklif etmişler. Fakat o bu teklifi kabul etmemiş ve apartmanı ev olarak
kullanmayı tercih etmiştir. Bu arkadaşları o tarihten sonra müteahhitlikten
zengin olmuşlardır.
28. EĞLENCELERE RAĞBET ETMEZ
Düğün, sünnet gibi eğlenceli toplantıları sevmez. Gençliğinde bile bu tür
toplantılara hiç rağbet etmediği çocukluk arkadaşlarının beyanları arasındadır.
Ama uzak veya yakında ulaşabileceği cenaze merasimlerine katılmak için işini,
gücünü bırakır. Gününü hiç tereddütsüz harcar. Eş dost akraba ziyaretlerini
ihmal etmez. Sıkıntılı durumlarda veya hastalıklarda onları ziyaret eder.
Sohbetlerinde, boş ve büyük laf etmekten, iddialı sözlerden hoşlanmaz. “Allah’ın gücüne gider,” diyerek büyük
konuşmaktan kaçınır.
Dirilere olduğu kadar ölülere de saygılı ve vefalıdır. Gençliğinde
Sarıkamış’ta yardımını gördüğü bir Fahri Efendi vardır. Onun Eğridere Köyünden birkaç
köy uzaktaki mezarını arada bir ziyaret eder. Sarıkamış hadisesinden 60 yıl
sonra bile bir gün hanımını alıp Fahri Efendinin Ataköy’deki bu mezarına gitmiş,
dua okumuşlardır.
Disiplinsizliğe tahammülü yoktur. Prensiplerine uymayanların onun yanında
rahat etmesi mümkün değildir. Aslında istedikleri fazla bir şey değildir: iman
ve amel yanında, sadelik ve dürüstlük.
Onun nezdinde iman, amel, ahlak ve insanlık esastır. Bu konularda
hassaslık gösterir. Yemeğini bile çoğunlukla kendi hazırlamak ister. Otoriter
bir yapısı vardır. Onunla beraber çalışmanın veya beraber oturmanın tek yolu onun
prensiplerine tabi olmaktır.
29. TARİHİ SANAT ESERLERİNE
HAYRANLIĞI
Tarihi eserlere meraklıdır. Köydeki yaklaşık iki yüz yıllık çeşmenin köy
yolu yapımında bazı köylülerce yıkılmasını önlemeye çalışmıştır. Bunun için
yontma taştan çeşmenin taşlarını numaraladıktan sonra Vakıflar Genel Müdürlüğüne
müracaat ederek onun tarihi eser olarak kaydedilmesini sağlamıştır. Bir şehre,
özellikle İstanbul’a gittiği yıllarda, orada günlerce her gün beş altı saatini
bu tarihi eserlerin gezilmesi ve incelenmesine ayırır. Bazen saatlerce bir
tarihi eser karşısında durur, onun nasıl bu kadar güzel yapıldığına, yapılış
tarzına ve sağlamlığına hayret eder.
Güzel sanat zevki, estetik anlayışı olduğu için onların yapılış zevkini
ve güzel görünüşünü takdir eder. Onların eski yazı kitabelerini okumak ister.
Bu taş binaların bir ağaç yontar gibi nasıl bu kadar düzgün yontulduğunu ve o
ağır taşların bu kadar intizamlı nasıl yerleştirildiğini anlamaya çalışır.
30. TÜKÇE SEVGİSİ
Onun Türkçeye sevgisi ve saygısı vardır. Bazı uydurma kelimelerin
kullanılmasından son derece rahatsız olur. Bunların hatalı olduğunu
tanıdıklarına anlatmak ister. Bu konuda hassastır. Dostlarını kırmadan ikaz
eder. Hatta camideki imam bile hutbede yanlış bir kelime kullansa, Cuma
namazının sonunda onu bekler ve o kelimeyi yanlış seçtiğini veya yanlış
kullandığını kırıcı olmadan ona bildirir. Bir defasında İstanbul’da bulunduğu
aylarda berber bulamadığını söylemiştir. Nasıl olur her taraf kuaför dolu
cevabını alınca, kendisinin kuaför dükkanı değil, berber dükkanı aradığını belirtmiştir.
Aradan en az bir hafta geçtikten sonra bulduğu bir berber dükkânına saçını
kestirmiş ve berbere levhasındaki berber kelimesinden dolayı teşekkür etmiştir.
31. ÇİRKİN KONUŞMALARA KARŞI TAVRI
Yanlış söz ve hareketlere kırıcı olmadan anında müdahale eder. Evde
birisi yanlış bir kelime kullansa onu hemen düzeltir. Bir gün en küçük
kardeşinin hanımına (Feride): “Yolda
gelirken kimseye rastladınız mı” diye sormuştur. Yenge: “Salak(lar)ın Mustafa’ya” der demez; ağabey itiraz etmiştir: “Mustafa
Efendi demen lazım. İnsanları lakapları ile
anmayın” demiştir. Yenge sesini çıkarmaz. Konuyu unutturur. Birkaç saat
sonra bu sefer yenge ona soru sorar: ”Ağabey,
Mustafa Efendinin kaç çocuğu var,”. Cevabı ise: “Hangi Mustafa Efendinin,” sorusu olmuştur. Çünkü mahallede 5-6
tane Mustafa vardır. Ağabey hangi Mustafa olduğunu anlamamıştır. Yenge ise
cevap vermek yerine, muzipçe gülümsemiştir. Bölgede insanlara, hatta ailelere takma
ad takmak ve onları lakapları ile anmak yaygındır. İnsanlara takma ad
takılmasını ve onlardan lakapları ile bahsedilmesini doğru bulmaz, itiraz eder.
Ayrıca yöredeki insanlar çocukluktan itibaren çok küfürlü konuşur ve bir kısmı
bu kelimeleri kullanırken bunların tam manasını bilmez. Ağabeyin ağzından
çocukluğundan beri hiçbir zaman küfür sayılabilecek bir söz çıktığı
duyulmamıştır.
32. HAL EHLİ OLMASI
Ağabey az konuşur. Fakat bir
haksızlık görünce veya duyunca kuvvetli bir avukat kesilir. Bakışları ve
davranışları ile muhatabını olduğu yere çakar. Bir bakıma kal ehli değil, hal
ehlidir. Hep edeplidir. Doğruluğu ve haklılığı şüpheli hareketlerden ve
davranışlardan uzak durur. Hareketleri ölçülüdür. Kapıdan girerken veya
çıkarken, kapıyı kilitler veya açarken en ufak bir ses duyulmaz. Çocukluğundan
beri hatalı sözünü veya hareketini gören veya duyan olmamıştır. Geleneklere,
göreneklere saygılıdır. Adeta eskimeyen değerleri ezelden bilir. 20 yıllık
arkadaşı Karayollarından Mustafa Bey, onun hasletlerinden, hal ve
hareketlerinden bahsettikten sonra: ”
Allah Allah.. Köy yerinde onu böyle kim terbiye etti, kim yetiştirdi,” sözü
ile hayretini dile getirmiştir.
33. SONUÇ
Kısaca o sadece kardeşlerinin ve evinin değil, mahallesinin ve onu
tanıyan muhitin isimsiz ağabeyidir. 15
Aralık 2012 tarihinde vefat etmiş ve Çaykara Eğridere Mahallesinde aile
kabristanına defnedilmiştir. Bu
topraklar bereketlidir. Bu topraklarda yetişmiş ve yetişecek olan isimsiz ağabeylere,
toprakların mensupları olarak şükran borcumuz var. Milletimiz için nice isimsiz
ağabeyler dileğiyle…