BABAM MEHMET AĞIRALİOĞLU TARAFINDAN AĞUSTOS 2007’DE BANA YAZDIRILAN
NOTLAR
-
1919 veya 1920 tarihinde Dursun Ağıralioğlu ile
Gülbeden Şahin (Şak) evlenmiş. Alaybey Çatal anlatmıştı: “Dursun ile Gülbeden’in düğününde Huşo
(Yükselen) Köyünden yaklaşık 40 kişi düğün için gelmişti. Evin batı
tarafındaki, sağ tarafındaki yoldan eve yaklaşırlarken, eve on metre mesafede
durdular. İçlerinden biri başla işareti verince düğün şenliği olsun diye Rus
teklisi denen tüfeklerle sıra ile ateş etmeğe başladılar”.
-
Nisan 1923 tarihinde babam (Mehmet Ağıralioğlu)
doğdu.
-
1927 yılı sonlarında Hasan Amcam (Ömer
Ağıralioğlu) doğdu.
-
1928 de yeni yazı çıktı. Kemal Pamuk’un babası
Hamdi Efendi ile Dursun Dedem Sürmene’den hoca almışlar. Yazı yazmak üzere
Çaykara’dan bir sac alarak köyde okuma yazma kursu açmışlar. Cami
Mahallesindeki Hakkı Efendilerin alt odasını dershane yapmışlar.
-
“1928 yılında okumaya teşvik edildim” demişti
babam. 6-7 yaşında okuma yazma öğrenmiş, Güzel Yazı Alfabesi’nden örnekler
alarak majüskül yazı yazma üzerinde çalışmış. Babasından toplama, çıkarma ve
çarpmayı öğrenmiş, daha sonra matematiğini çok geliştirmiş.
-
1929. Of
Sel Felaketi. 6-11 Temmuz 1929 Of sel
felaketi olmuş. Babam sel felaketini hatırlıyormuş. İki üç gün yağmur devam etmiş. Bizim evin altı akmaya başlamış. Komşumuz
Muhammed Osmanoğlu eve gelmiş: “Tehlike var, niçin duruyorsunuz” demiş.
İkindiden sonra ev halkı camiye gitmiş. O selde Huc’un evinin altı kaymış ve
gitmiş, Esat Dedenin yanında derin bir yar varmış o da kaymış (Ömer amcanın
tarlasının altı). Islananların kuruması için Camide soba yakmışlar. Bir kısım halk kabanlara gitmiş. Cavluka’nın altındaki köprünün üstünde Ahmet
Kamber’in üvey annesi köprü ile birlikte sele kapılmış. Huşo inmiş ve o vadi tamamen çamur ile dolmuş.
Ertesi gün babamlar Çaykara’ya gitmişler. Çaykara’yı tamamıyla sel almış.
Eğridere’den gelen su ile çalışan Çaykara Caminin önünde bir değirmen varmış o
da gitmiş. Çarşı üst tarafa taşınmış. 1940’lara kadar çarşının alt kısımları
pek açılmamış.
-
Temmuz 1929 da Şahide Halam (Kaymak) doğdu.
-
1931’den sonra (Haziran) Gülbeden Ana yaylaya
(Haldizen) çıkmaya başladı.
-
Haziran 1932 de Ömer Amcam (Hüseyin
Ağıralioğlu) Haldizen Yaylasında dünyaya
geldi.
-
1932 de Ezan Türkçe okunmaya başlamış. Müftülüklere
emir gelmiş: Bundan sonra ezan “Tanrı uludur, Tanrı uludur ….” şeklinde
okunacak” diye. Dursun Dedemin bir dayısı Of’ta imam iken muhtar ona yeni ezanı
yazıp okunmasını gösteriş. İmam :”Ben bu yaştan sonra bunu yapamam, yarın vazifeyi
bırakıyorum” demiş. Köydeki kadınlar imamın gitmesini istememişler. Bunun
üzerine, köyde bir iki genç bu ezanı öğrenir ve ezan vakti onu birisi okur
diyerek köylü imamı ikna etmiş. İşlerin
yoğun olduğu bir yaz günü ezan vakti yaklaşmış, camiye kimse gelmeyince, hoca
ezanı eski usulde okumuş. Jandarmalar
bir görev dolayısıyla köyden geçerken ezanı duymuşlar ve hocayı alıp Of’a
götürmüşler. Hoca nezarete atılmış. Dursun dedeme haber verilmiş. Dursun Dede
dayısının oğlu Hafız Mustafa ile gece yola çıkıp Of’a gitmişler. Aracı olacak
bir adam aramışlar. Bir davavekili ile Jandarma Komutanına gitmişler. Jandarma komutanı
bir daha Arapça ezan okumayacağına dair hocaya yemin ettirmiş ve onu nezaretten
çıkarmış. Hoca sonradan Eğridere Köyünde imam olmuş, fakat yemin ettiği için
Arapça ezan okumamış. Ezan şekli değiştikten sonra ancak okumaya başlamış.
-
1933. 1933’ de Dedemler 12 koyun almışlar. Daha
önce evde koyun yokmuş. Babam 10. Yıl marşını hatırlıyormuş.
-
1935. 1935’ te Kukula Suyundaki kom (mezra evi)
yıkılıp yeniden yapılmış.
-
Zühre Çiçek’in (Bibi) kocası Haldizen’de Aygır
Gölünün yukarısındaki dağda tipide kar altında kalarak ölmüş.
-
1936. Babam anlatıyor: ”1936 de Köyde Hüseyin
Baltacı muhtar. Zerdabacika, Harcan, Kamenokur, Can yatağı gibi meralar kâmilen
usulsüz yayla haline getirildi. Yayla yapanlar evinin etrafındaki çayırı da taş
duvarla çevirip kendi çayırı haline getirdi. Pek çok kimse yayladaki evini
yıkıp buralara taşıdı. Mezirelik (Güzlek) bir bakıma yayla (yaylak; yazlak)
haline getirildi. Gurnalar çok evvel Pirvana’yı kendi üzerlerine tapu ettiler.
Köy heyetinde Hüseyin Baltacı, Mustafa Ağıralioğlu, Dursun Ağıralioğlu, Mustafa
Çolak bulunuyor. Köy ihtiyar heyeti önce yeni yapılan bu yaylaların yıkılmasına
karar verdi. Sonra Pirvana tapusunun iptali kararlaştırıldı. Bu kararlardan
sonra yıkıma başlamak üzere bir heyet olay yerine gitti. Yeni ev sahiplerine
”Aşağıdaki evleri yıkıp almazsanız, biz yıkacağız” dendi. Sait Yıldız ve Osman
Can gibi gençlerin de katıldığı bir grup evlerin etrafındaki çayır duvarlarını
yıkıp kaldırdı. Böylece bu yerlerdeki kanunsuz
yerleşim ortadan kaldırılmış oldu.
-
1937. Mayıs 1937 de Kemal Amcam (Ağıralioğlu)
Kom’da dünyaya geldi.
-
1941. Aralık 1941 de annem Hava Şabanoğlu ile babam
Mehmet Ağıralioğlu evlendi.
-
1942. 1942 de bir grup Manisa- Akhisar’a gitmişler.
Grupta Dursun dedem, Ali Amca, Muhammed Amca, Dursun Yüksek, Babam Mehmet, Cafer
Can, İsmail Koca (Tufan) ve onun babası varmış. Gördes’te Kökseki Dağında
ormanda kereste işinde çalışmışlar. Oraya Yörükler gelmişler. Onlardan süt,
yoğurt, peynir alıyorlarmış. Çadırlarının aşağısında büyük bir pınar varmış.
80-90-100 santimetre çapında uzun ağaçları biçiyorlarmış. Gördes’in Belediye
Başkanı hapse düşmüş. Para veremeyeceği söylentilerine binaen her ay para
istemişler. O da işi bıraksınlar demiş. Babam orada hastalanmış. Eylüle doğru
Gördes’e inmişler. Oralarda çok sivrisinek varmış ve onları çok rahatsız
ediyormuş. Bütün Türkiye sahillerinde ve sulak mekânların yakınlarında
sivrisinek ve sıtma yaygınmış. Memlekete dönmüşler. O kış boyunca babam
hastaymış.
-
1943.15 Eylül 1943 bir grup tekrar gurbete gitmek
üzere Erzincan’dan trene binmek için yola çıkmış. Babam: “Hızar takımları ile
yola çıktık. Bir gün Kom’da kaldık, ertesi gün Haldizen’e çıktık. Ben yaylada
Gürcüoğullarından (Gür)bir nine vardı, onu ziyaret edip Haldizen Köyüne döndüm”
demişti. Dedem Dursun, Babam Mehmet, Ali Amca, Muhammed Amca grupta olanlardan. Köyde Osman Turan’larda
kalmışlar. Köydeki evin çatısının tamiri yapılacaktı, fakat çatı tamiri olmadı.
Ertesi gün erkenden yola çıkmışlar ve Balık Gölünün diplerine kadar sabah karanlığında
gitmişler. Erzincan’da kestaneciliğe gitmek üzere Osman Turan’ın da kafileye
katılması ile gece vakti Bayburt şehrine varmışlar. Bayburt Şehrinde bir gece
otelde kalmışlar. Büyükler Geleverek’te kalmış, babam Mehmet ile Osman Kısanta
yakınındaki Saracık Köyüne gitmişler. Çünkü Osman sigara içmek için büyüklerden
uzakta durmak istiyormuş. Orada Osman Turan’ın bir akrabası varmış. Osman Turan
bir mazeret bildirerek orada kaldı. Ertesi gün dört kişi yola koyulmuşlar ve
Aşağı Lori Köyünde kalmışlar. Babam
anlatıyor: ”Orada Hamid isminde Mezireli babamın bir askerlik arkadaşı vardı. Onun
yanında kalmışlar. Odası vardı ve biraz alakasız kaldı. Alındık. Hava bozdu.
Oradan erken yola çıktık. Sibigar Dağını aşmak istiyoruz. Dağı aşacağız,
dediler. Bir köy gördüler, orada kalalım dediler. Kar yağıyor.. Köylülerden hiç
kimse onları misafir almadı. 5. Gün Minikler Köyüne vardık; 6. Gün Erzincan’a
ulaştık. Lori ile Minikler arasındaki yolda devamlı yağmur yağdı. Minikler’e
girerken kar yağışı başladı.” Babam devam ediyor: “Erzincan’da Hecire Halamızın oğlu Muhammed
ile buluştuk. Akşamüzeri trene bindik. Eskişehir’den inecektik ve oradan
Balıkesir’e geçecektik. Fakat hızar takımını trenden alamadan tren kalkmış ve bizim
alet takımı yanlışlıkla Haydarpaşa’ya gitmiş. Ali Amcaların hızar takımını ise
trenden aşağı atmışlar. Takımların oradan geri gelişini beklemek için bir hafta
Eskişehir’de biraz kötü bir otelde kaldık. Her gün istasyondan hızar takımının
gelip gelmediğini soruyoruz. Harçlığımız bitti. Oflu çocuklar oradaki Sanat Okulu
inşaatında çalışıyorlar. Babama dediler kiş Mehmet gelsin bizimle çalışsın. Ben
de çalışmak istedim. Kum ıslak olduğu için kum eleyemedim. Kireç söndürmeye
başladım, fakat kireç burnumun kanamasına sebep oldu. Rizeli ustalardan hızar
alıp büyük ve çivili bir kütüğü biçtik. Bu arada hızar ve diğer aletler Haydarpaşa’dan
geldi. Beni yanlarına alan Kus’lu (Oflu) insanlar hızarı almışlar, yarı
fiyatına vermişler. Oradan Ali Amcaların olduğu Dursunbey’e gittik. Orada
Şuturlardan Ahmet Usta vardı. Dursunbey’de Baltacı Ömer (Kemal Baltacı’nın
amcası) bizi bir akşam evinde ağırladı ve yemek verdi. Bir akşam otelde kaldık.
Otel lüks, sahibi hatır için bizi kabul etti. Nihayet grupla birleştik, sonra
yeniden ayrıldık. Birkaç gün çalıştıktan sonra iş bitti. Zaten balta
kırılmış. Kepsut’ta
yaptırılabileceklerini söylediler. Yaya Kepsut’a gittik. Bir gün sonra baltayı
alabileceğimizi söylenince han gibi bir yerde kaldık. Kepsut’tan yaya olarak
Balıkesir’e gittik, Cihan Otelinde kaldık. Maden ocağından gelen işçileri,
babam ve benimle aynı odaya koydular. Onlardan bitlendik. Birkaç gün bazı
ağaçlar yardık. Biraz para biriktirdik. Babam birkaç gün bir işe gitti.
Balıkesir’de 5-10 gün kaldık. Akrabalarımız Bigadiç’te bir okul inşaatında iş
buldular. Biz de oraya gidip biraz çalışıp harçlık biriktirdik. Mektep işi
aldılar, onu beraber bitirdik. Yine iş bitti. Mektep kerestesi de bitti. Hep
beraber Akhisar’a gitmeye karar verdik. Bigadiç’e indik ve bir akşam kaldık.
Sabah olunca yaya yola girdik. 4 kişi hızarlar omuzumuzda Sındırgı’ya gittik.
Bir akşam da Sındırgı’da kaldık. Sındırgı’dan sonra dağda kar yağdı. Dağdan
güneye inince yol üstünde bir inek damına girdik. Gündüz olduğu için hayvanlar
yoktu. Sındırgı yolu üzerinden Akhisar’a gittik. Yolda kar yağmur karışık
yağıyordu; bir dam bulduk, ısındık. Yeni
bir köye vardık. Orada ocak yaktılar; ısındık. Akhisar’a vardık; Paşa Amcanın
evinde kaldık. Dursun ve Babam ile birlikte bir mağazada çalıştık. Öteki grup
yeniden Dursunbey’e gitti. Biz Akhisar’ın köylerine gittik. Oralarda biraz
çalıştık. Ondan sonra Gördes köylerine gittik. Orada da biraz çalıştık. Yaz
geldi, sıcaklar bastırdı. Memlekete dönmek istiyoruz. Akhisar- Bandırma tren
yolu ile Bandırmaya geldik. Mayın tehlikesi olduğu için Denizyolları kapalı. Alman
Harbi dolayısıyla deniz ulaşımı durdu.. Oradan İstanbul’a geldik ve İstanbul’da
iki gün kaldık. Tren ile iki günde Aşkale’ye geldik. Aşkale’den yaya olarak
dağlardan (Kurna Kabanı) Bayburt’a gelip bir gece kaldık. Oradan bir günde yaya olarak Haldizen’e
geldik. Bayburt Dağında Kemal ve Hasan ile karşılaştık. İşçi elbiseleri içinde
perişan bir vaziyetimiz var. Çayır biçimine yetişmek üzere Ağustos ayında memlekete
gelmiş olduk.
-
1944. Babamın anlattığına göre 1944’ te babam
Selim Dere’ye – “Hac Yolu açılırsa bu çocuğu alıp hacca gideceğim” dedi.
-
1945. Ocak 1945 tarihinde babamla dedem misafir
odasının tavanı ve duvarını yapmışlar. Daha sonra mayısa doğru duvarın
kireçlemelerini tamamlamışlar.
-
1945. 27 Mayıs 1945 Cumartesi günü, ineklerle göçlerin komlardan yaylaya çıkacağı
gün Kom’da doğmuşum (Necati ). Ebeliğimi Şakire Hala (Can) yapmış.
-
1945. 1945 30 Ağustos’unda (Rumi 17 Ağustos)
Dedem Dursun vefat etti. Dursun dedem Ağustos ayında Haldizen’de Paskal’daki
çayıra gitmiş. Bir sinek veya Şarbon sineği onu ısırmış, Kulağında ağrı
başlamış. Bir kaç gün sonra babamlarla
Kalusa’da ot biçiyorlarmış. Dedemim yüzü kıpkırmızı olmuş. Eve gelmişler. O
gece dedem ağrıdan uyuyamamış. Araba bulup Trabzon’a gidememişler. Kısaca
Cumartesi yayladan gelen dedem bir hafta sonra 1 Eylül 1945 Cuma günü sabaha
yakın ölmüş ve o gün toprağa verilmiş. Böylece beklenmedik bir zamanda, aniden
22, 18, 16, 13 ve 8 yaşlarında beş çocuk, yaşlı bir anne, bir hanım, bir gelin
ve bir torun olmak üzere toplam dokuz kişi evde reissiz ve gelirsiz kaldı. Altı
odalı, iki ambarlı evin kıbleye göre güneydeki ocaklı iki odadan sol tarafındakinde
Gülbeden büyük ana ve çocuklar, sağ tarafındakinde Hatice büyükanne kalıyormuş.
Sağ taraftaki köşedeki odada ise babam ve annem kalmışlar. Çardak misafir odası
olarak kullanılıyormuş.
-
195. Ekim 1945’de, komşuların babam için kalaycılık
kolaydır, kalaycılık yapsın demesi üzerine, babam Mehmet, Alaybey Çatal ile
Giresun ve Ordu’ya kalaycılık yapmaya gitmiş. Bir yerde iş bulmuşlar. Babam
sonrasını şöyle anlattı: ” Üç ay kadar gezdik. Bana para vermedi. Ustalık
öğrendi dedi. Annem şüphelendi. Muhammed Osmanoğlu dedi ki: ustalığına gitti,
para verilmez”. Evin borçları var. Koyun ve inek satarak borçların bir yarısı
kesilmiş.
-
1946. 1946 Nisan, Mayıs aylarında, Babam,
bacanağı Sait Usta ve Ömer Amcam ile birlikte yaya olarak Bayburt’a gitmişler. Erzurum’da
çalışmışlar, Sarıkamış’ta bir dükkân iş bulmuşlar, onu yapmışlar. Çayır kesme
zamanı gelince babam memlekete gideyim demiş ve işi bırakmış. Halim’in Mustafa
Amca ile daha önce Ömer Amcayı eve yollamışlar. Babam bundan sonrasını şöyle
anlatıyor: “Sait Usta yalnız kaldı. Koyunlara Hasan bakıyor. 1,5 sonra tekrar
yola girdik. Haldizen’den Bayburt yoluna gittik. Bir kamyonun arkasında Erzurum’dan
Sarıkamış’a gidiyoruz. Kış bastırdı. Tekrar köylere girdik. İş yok, geri döndük.
Partıl’da bir gece kaldık. Kurban bayramına iki gün kaldı. Aç, fakir köyler
var. Başka bir köye gittik. Bir gün sonra Oltu’da bayram namazını kıldık.
Oradan kalkarak Tortum’a yakın bir köyde kaldık. Tortum’un Kale Köyünde kötü
bir odada yattık. Önümüzde büyük bir dağ var: Gâvur Dağı. Sabah erken yola
çıktık. Ovacık Köyü var, Oradan geçip Arap Köyünde kaldık. Bir su gördük, namaz
kılalım dedik ve kıldık. Arap Köyünden sonra Masat Deresinden aşağı indik.
Köylüler harmanlarını yapamadılar. Paşaköyü’nde kaldık. Bayburt şehrine indik.
Şehirde kaldık. Sonra Abrans Köyüne gelip kaldık (Çencül’e yakın). Sabah erken
yola çıktık ve Soğanlı Dağına geldik. Herhalde yolda birisinin çantasından
yumruk kadar bir helva düşmüş. Helvayı bulunca yedik. Ogene’lerden aşağı indik.
Harhış Deresinde yemek yedik: Kavurma ve yoğurt. Dükkâncı her birimiz için 2,5
lira para istedi. Harhış, Şinek(Ataköy) üzerinden gece eve geldik. Biraz para
kazandık. Bu para ile ve biraz koyun ve inek satarak borçları kestik”.
-
1947 yılında Mehmet Ağıralioğlu, Kadıoğlu
İbrahim (Ulusoy) den Arapça okumaya başlamış, sonra bırakmış.
-
Temmuz 1947 de babamlar Kalusa’da bir bacika
(baraka) yapmaya karar vermişler ve Büyükyamaç’tan biraz kereste hazırlayarak
bunu gerçekleştirmişler.
-
1947 yazında Şahide Halamı Şaflar, Ahmet Yazıcıoğlu’nun büyük oğlu Hafız Hasan
ile evlendirmek için Haldizen’den zorla kaçırmışlar. Ahmet’in Kardeşi Mahmut
Amcanın Bayburt’taki bir tanıdığına onu bırakmışlar. Şahide hala çarşıda
konuşan bir grubun Çaykaralı olduğunu anlamış ve yolda onlara katılmış, önce
onlarla aralarında belli mesafe bırakarak onları izlemiş, sonra kendisine kim
olduğu sorunca durumunu anlatmış, onlar da atlarının yükleri üzerinde onu
saklamışlar. Şurlularla, Şur Köyüne (Şahinkaya) gelmiş ve daha sonra oradan Çaykara’daki eve
gelmiş. Babam o sırada yayladaymış.
Halam eve döndükten sonra da onu bu evliliğe ikna edememişler. Daha sonra
Karahasan Mustafa Kaymak için Şahide Halamı kaçırmışlar. Halam orada da durmak
istememiş. Mustafa yetim. Babam şöyle devam etti: ”Mustafa’nın hiç bir şeyi
yok, yatak yok, yemek yok. Şahide Halanın annesi Gülbeden Ana herhalde
birincisine razı idi. Belki kızını Mustafa Amcanın Ahmet’ten kaçırmak için o
işe razı olmuştu”.
-
1948 yılında Mustafa Yıldız (Gurna) gelip
Gülbeden anaya söylemiş ve bu teşvikle Hafız İbrahim Yıldız (Gurna) ile babam
birlikte tekrar Arapça öğrenmeye başlamışlar. Babam bir sohbetinde: “O
(İbrahim) hafız olduğu için iyi ezberliyordu, ben ise iyi anlıyordum “ demişti.
-
1948 kışında Çaykara’da büyük bir kar yağışı
olmuş.
-
1948 ilkbaharında (yazbaşı), babamlar yeniden
dışa açılmak istiyorlar. Babam ile Ömer Amcam yeniden kalaycılık yapmaya
gitmişler. Babam şöyle devam ediyor. “ Nisanın 15’inde yayan yola girdik.
Bayburt Masat Deresinden yukarı gittik. İneklerin izi ile bir köy bulduk. Kar
yağıyor. Bir teyzeye sorduk. Oda gösterdi, odada odun yok. Kar eserek
yağıyor. Bir evde ocak tütüyor. Kapıdan
İçeri girdim, yerde keçe serilmiş. selam verdim. Selamı almadılar. Odada
insanlar var, fakat hiç bize bakmıyorlar. Evin oğlu askerden gelmiş, o vesile
ile toplantı halindeler. Neyse hepsi kalkıp başka odalara gittiler. O gece
orada kaldık. Bir köyde biraz çalıştık. Sadoğlu Resul ile buluştuk. Şaf (Ahmet
yazıcıoğlu) ile biraz çalışıp alacak yaptıktan sonra Sarıkamış’a kadar gittik.
Ömer ile Şaf oradan geri döndüler. Sarıkamış’ta Hasan Usta (Kofoğlu) ile buluştuk.
Bana sakın kalaycılık yaptık deme, dedi. Sarıkamış’ta birisi ile ortak aldıkları
bir işte bana 3 lira yerine, 6 lira yevmiye verdi. O sırada Şaf alacak için
Sarıkamış’a geldi. Makbuz ile paranın yarısını Numan Çavuş’a (Boz) havale
ettik”.
-
Nisan 1949’da babam tekrar Sarıkamış’a gidip 4-5
ay çalışmış ve Ekime kadar 850 lira kazanmış. O sırada bir altın 9-10 lira
değerindeymiş.
-
Ekim 1949 tarihinde Ahmet Ağıralioğlu ile Fatma
Şeker (Subava) evlendiler. Düğüne uğur getirmesi ve ilk çocuğun erkek doğması
dileği ile bir anne babadan doğan ilk çocuk olmam sebebiyle beni düğün günü bizim
evden alıp yeni oturmakta olan taze gelinin kucağına verdiler. Fatma yengenin
de bana mor renkli kadife küçük bir mendil hediye ettiğini hatırlıyorum.
-
Aralık 1949 yılında Hasan Amcam ve Ayşe Yaroğlu
evlendiler. Bu evlilikte Hasan Amca Ayşe yengeyi rızası dahilinde
kaçırmış. Babam: “600 lirayı Sait Yar’a
uzlaşma için verdik” dedi. Hasan amcalar evlenince önce misafir odasında
kalmışlar, iki üç ay sonra küçük odaya geçmişler.
-
Nisan 1950 de Hatice Büyükana (Dursun dedemin
annesi ) öldü.
-
Mayıs 1950 de Haldizen’deki yayla evi inşaatına
başlandı. Babam o zamanı şöyle anlattı: “1950 yaz başında yıkılmak üzere olan yayla
evi yıkılıp yeniden yapıldı. Hasan Amca önceden gidip bir miktar mertek ve kirişler
satın aldı. Selman Dayım ile Derindere’de 160 tahta biçtik ve hazırladık. Seçim
arifesinde çamları devirdik. Behram Amca ile Yaşarın Babası İsmail Turan bu
tahtaları yarılığına taşıttılar. Ayrıca 18 tane kiriş aldık. Ömer Turan’ın bu işte faydalı tesiri oldu. Hiç zarar veya
sıkıntı görmedik. Mustafa Şabaoğlu (dayım) ile Hamdi Ara’nın babası Arabeko’yu
usta aldık. Yaylayı yıktık. Muhammed amcanın evine geçici olarak yerleştik. 20
günde yaylayı yaptık. İneklerimiz yaylaya çıkınca ev halkı bir süre Abdurahman
Gür’ün yaylasında kaldı. O sırada Kemal Amca evin yukarısındaki koyun yataklardan
kızakla taş sürükledi. Bir hafta sonra Gür ailesin yaylaya geleceği
öğrenilince, taş duvarları örülmemiş yeni eve taşınmak durumunda kaldık. Acele
ile üst duvarlar ile ahır duvarları tamamlandı.” Bu duvarların örülmemiş olduğu
hafta ben de yayladaydım ve geceleri evin içinde çok üşümüştük.
-
Eylül 1950’ de Dursun Yüksek ve Babam Manisa’ya
gitmişler. Trabzon’dan gemi ile İstanbul’a, oradan İstanbul-Bandırma vapuru ile
Bandırma’ya geçmişler. Bandırma’dan Bandırma- Manisa treni ile yolculuk
yapmışlar. Bu gurbetten Temmuz 1951 tarihinde, yani on ay sonra memlekete
dönmüşler.
-
1951 Ocak ayında, köyde büyük bir kavga oldu.
Kavgadan birkaç gün sonra Çatalların evlerinin aşağısındaki karla kaplı eğimli
tarlalarda, biz çocuklar kavga sırasında insanların üzerinden düşmüş tükenmez
kalem, tarak gibi eşyalar bulmuştuk.
-
1951 Nisanında, Hasan Amcamın oğlu Reşat
Ağıralioğlu doğdu.
-
1951 Mayısında, Kardeşim Safiye Hoş, Kom’da dünyaya geldi; ebesi Şakire (Can) Halaydı.
-
1951 sonbaharında Koldoşersa’da ev yapmak için
arsanın temeli açılmıştı.
-
1952 Martında karlı bir havada imece toplayıp
keresteyi Koldoşersa’ya taşımışlar. Babam şöyle diyor:” Mustafa Koda, (benim
büyük dayım, Şabanoğlu) ile Abuş Muhammed’i (Yaşar) usta olarak aldık. Koldoşersa’daki
eski küçük mezireyi yıkıp karşı düzlükte yeni bir ev yaptık. 15 günde ahşap
kısmı bitti. Taş duvarların yapımında, iki gün Halil Yıldız, bir gün Selman Dayım (Şahin) usta olarak geldi.”
Evin kapılarını babam yapmış. Eski ev, karşı tarafta yaya yolunun üst
tarafındaydı. O evi ben de hatırlıyorum. Toprak altından çıkardığım yumuşak
taşları boş mermi kovanları ile yontarak misket haline getirdikten sonra tek
başıma eski evin ahşap döşemelerinde misket oynadığımı hatırlıyorum.
-
7 Temmuz 1952 de Babam Mehmet Ağıralioğlu askere
gitmek üzere evden hareket etmiş. Babam, İsmail Kaymak, İsmail Koca, Mehmet
Korkmaz İstanbul’a sevk edilmişler. Başlangıçta babam gümrük askeri sınıfına
ayrılmış. Fakat gümrük askeri kalktığı için Sirkeci dağıtım noktasında 10-12
gün kalmış ve sonra sınıfı tanksavar topçu sınıfına çevrilmiş. Bir subay
gelmiş, “Seni nereye vereyim” diye sormuş. Babam ise “Siz bilirsiniz, nereye
isterseniz” cevabını vermiş. ”Bakırköy- İncirli Çiftliğine göndereyim sizi. Çok
rahat, çok güzel bir yer” demiş. Üç ay sonra yüzbaşısı onu Davutpaşa’ya çavuş
kursuna yollamış. Orada belli bir süre kaldıktan sonra Pekiyi derece ile
imtihanı kazanmış ve belge almış. Yüzbaşısı iki defa kurs merkezine gidip
geldikten sonra çavuşluk ve vesikasını yüzbaşı alıp kendisine getirmiş. O
yüzbaşı sayesinde askerliği kolay geçmiş.
-
1952 Eylül ayında Eğridere Köyü ilkokuluna
kaydedildim.
-
Ekim 1953 de babam askerden izine gelmiş bir ay
kalmış ve dönmüş. Koldoşersa’da ben evde, büyükannem 40-50 metre yukarıdaki
koruda iş yaparken eve asker kıyafetli bir kişi girdi. Annem nerde diye sordu.
Ben de Büyükanneme seslendim: “Ana biri
geldi, sizi soruyor”. Kimdir sorusuna ben cevap veremeden, babam” Ana benim”
diye seslendi. Ana eve doğru ve heyecanla koşarken babam da annesine doğru
hamle yaptı ve yarı yolda karşılaşıp kucaklaştılar. Her ikisi de çok
sevinmişti. Ben başlangıçta asker kıyafeti ile eve giren babamı tanıyamamış ve
biraz mahcup olmuştum.
-
1953. 1953 de Ömer Amca Fatma Yenge(Selçuk) ile
evlenmiş.
-
1954. 1954 yazında yaylada bizim evin koyunlarını
bekledim. İlk çobanlık yılım. Akrabamızda üç evde davar var. Esat’ın Mustafa Amca
ile Halim’ın Mustafa Amca’da koyun ve keçi sürüleri var. Onlar birleştirip bir
sürü yaptılar. Bizim koyunları o yıl ayrı bir sürü şeklinde ben bekledim.
-
1954. Ocak 1954 de Kemal Amca ve Feride Yenge
(Şeker) evlendi.
-
1954. 7 Temmuz 1954. Babam anlatıyor. “7 Temmuz
1954 de terhis oldum. O sırada Davutpaşa’da askerlik yapmakta olan Hafız Nazım bana
Kofoğlu beraber dönelim dedi. Bir hafta onu beklerken Nizam Yaroğlu’nun
Beylerbeyi’ndeki evinin çatısını onardım. Ayrıca bahçesinde bir havuz yaptım.
Onun betonuna o günün tarihini attım.” 1964 yılında Nizam Yaroğlu’nun o evinde
misafir kaldığım bir gün babamın yaptığı o havuzu ve tarihini görmüştüm. Fakat
daha sonra bu ev ve bahçesi Boğaziçi
Köprüsü istimlâk alanında kaldı.
-
1955 ilkbaharında Babam ve Ömer Amcam Akhisar’a
gitmişler. Giderlerken büyük annem Kemal’i de alıp götürün deyince 18 yaşında
olan onu da alıp götürmüşler. Dere ıslahındaki bir bere inşaatına girmişler. Bu
dere Menemen kenarından geçiyormuş. Daha sonra Mustafa Kaymak da oraya gitmiş.
Menemen’de biraz iş bulmuşlar. Sivrisinekler çok rahatsızlık veriyormuş. Sinekler
kuzuların gözlerine giriyormuş. Babam anlatıyor: ”Bir gün muhtar heyetler ve
bekçi içlerinde olmak üzere on iki kişi kadar insan atlara binmiş halde
yanımıza geldiler.” Siz mahkemeye vereceğiz. Çünkü çalışanlar dereye giriyor ve
kavunlardan yiyor” diye bağırıyorlar. Çalışanlardan altı yedi kişi dereye
giriyor, yol kenarındaki tarladan bir iki delice domates alıyor. Biz cibinlik
içinde yemek yiyoruz. Gözümüz, yüzümüz toprak içinde. Babam onlara sert çıkmış.”
Ne olmuş, iki domates almışlar veya iki kavun yemişler diye. Size çok büyük
haksızlık yapmışlar; öyle mi? Toplanıp geldiniz. Bu bereler padişah zamanında
yapılmış, biz onu onarıyoruz. Yeni inşaat ile bere 1,5 metre yükseltilmektedir.
Böylece Çay taşınca su ovaya girmesin diye bu inşaat sizin için yapılıyor.” Babam
devam ediyor: “Yine Akhisar’a döndük. Akhisar’ın bir köyüne gittik, biraz
çalıştık. Fakir insanlar, misafir yatıracak yerleri yok. 1955’in 11. ayında
memlekete döndük. O sırada Hasan Amcan askerde”. Kestane ağaçlarından kereste
hazırlığı yapıp köyde yeni bir ev yapmak istiyorlar.
-
1955. 1955 yazında yaylada ikinci yaz koyunları
bekledim. Bu sefer akrabadan Muhammed ve Osman Amcalar da keçi sürüleri
aldılar. Bizim ev, Muhammed amcalar ve Esat’ın Mustafa Amcaların evlerindeki
küçük baş hayvanlar birleştirilip bir sürü, Halim’ın Mustafa amaca ile Osman
amcanın davarları diğer bir sürü oluşturdu. Böylece ikinci yaz da koyun
çobanlığı yaptım.
-
1955. 1955 Ekim ayında Ömer Amcamın oğlu Mustafa
doğdu. Annesini evin sol tarafındaki ocaklı sıcak odada loğusa yatağında
yatarken ve yanında ablak ve güler yüzlü bebeği, Mustafa’yı yatarken gördüğümü
hatırlıyorum.
-
1956. 1956 Nisan’ında yeni ev yapımına başlandı.
Ahmet Pamuk ile Ahmet Aslan (Maraşlı Köyünden) usta olarak tutulmuş. O yaz
inşaatın kabası bitmiş. Kastan’daki kiremit fırınında kiremit işinde toprak
hazırlama ve kurutma işlerini Kemal (Amcam) yapmış. Mustafa Bekiroğlu ona
yardımcı olmuş. Ayrıca Dursun Yüksek pişirme işini tarif etmiş ve fırını
yakmış. Çok iyi kiremit olmuş. İnşaat sırasında malzemeleri ve bilhassa keresteleri
taşımak için büyük imeceler toplanmış.
Ustalara her gün sabah (kahvaltı) ve öğlen yemeği verildiği için Annem
Havva evde mutfak işi ile ilgilenmiş. Fatma ve Feride yengelerim ise taş, kiremit
ve diğer malzemelerin taşınmasında çok emek vermişler. Kereste hazırlanmasına
Fatma Yengemin ağabeyleri Ahmet ve Muhammet Selçuk çok yardım ettiler. Taş
duvarların örülmesinde babamın dayısı Selman Şahin’in önemli yardımları oldu. O
yaz büyükannem ile ben yaylada kaldık.
-
1956. 1956 yazında yaylada üçüncü yıl koyunları
bekledim.
-
O sonbahar, koyunları sattık. Sadece evin yün
ihtiyacı için 6-7 tane evde bıraktık. O güz büyükannemin şeker hastalığı ortaya
çıktı.
-
1956. 1956 yazında yaylada üçüncü yazda bizim
evin koyunlarını bekledim. Bu sefer Muhammed amcalar keçilerini sattıkları için
bizim evin koyunları ile Esat’ın Mustafa amcaların ince malları birleştirilip
bir tek sürü yapıldı.
-
1956. Eylül 1956 tarihinde kardeşim Dursun
köydeki evde doğdu.
-
1956. Babam anlatıyor: “ 1956’nın sonunda annem
hasta oldu. O zaman Trabzon’da Dr. Sami
Akmanlar’a onu götürdüm. Doktor muayene ücreti 5 TL, usta yevmiyesi ise 5 TL
idi.”
-
1957. 1957 baharında babam ve kardeşlerinin
arazi ve evleri birbirinden ayrıldı. Eski evde kardeşlerden Mehmet ve Kemal kaldı.;
yeni eve Hasan ve Ömer amcamlar yerleşti. Babaannem ise en küçük çocuğu Kemal Amcam
ile oturmaya karar verdi.
-
1956-1957. Babam anlatıyor: “1956-1957 de
Mustafa Koda (Şabanoğlu), büyük kayınbiraderim, köyde muhtar. Çaykarada 40
kadar köy var. Köy bütçelerini ilçede sadece iki kişi yapabiliyor: Fehmi
Mutrupoğlu ve Oflu Mehmet. Bunlar gelen iş taleplerini sıraya koyuyorlar. Sıra
çok geç geliyor. Eskiden beri köyde doğum, ölüm, evlenme beyannamelerini
hayrına dolduruyorum. Köy bütçesi hazırlamasını öğrenmek istedim. Eski bütçeye baktım. Fakat eski Türkçe bakiye,
sarf, gelir gibi ifadeleri anlayamadım. Muhtar Mustafa ağabeye: Bu yıl bütçe
defterlerini ben yazayım dedim. Cezalanacağından korktuğu için bir yıl beni
atlattı. İkinci yıl artık beni kıramadı ve defterleri ben yazdım. Muhtar Çaykara’da
defteri Özel İdare memuru Mehmet Kumkumoğlu’na (Mustafa Kumkumoğlu’nun ağabeyi)
teslim etti. Önce defteri aldı, kabul etti, bir kenara koydu. Sonra “Bu bütçeyi
kim yaptı?” diye sormuş. Muhtar: “Bizim
oradan genç birisi yaptı” deyince yeniden defterleri ele alıp incelemiş ve “Ona
haber ver, bana gelsin; bunu yazanı göreyim” demiş. Ben de çarşıdaydım. Gittim.
“Sen mi yaptın bu bütçeyi” diye sordu. “Evet” deyince, “Başka bütçeler de yapabilir
misin?” diye sordu. Ben de “Hayır yapamam, Trabzon’a gideceğim” dedim. Bundan
sonra 2-3 sene köy bütçelerini ben hazırladım.”
-
1956. Babam devam ediyor. “Trabzon’a gittim.
İbrahim Yar- Sadık Çakır’ın ürettikleri Bak-Yar markalı lastik ayakkabı
satışını üzerime aldım. Bir süre bu işe baktım. Şehirde çok imalatçı çıkınca
satışlar azaldı. Masrafını koruyamayınca imalathane 1961 yılında kapatıldı. O
yıllarda ticari muhasebeye başladım”.
-
1958. Ben İLK DEFA TRABZON’U GÖRÜYORUM. 1958
Şubat tatilinde Çaykara’dan otobüse binip ilk defa Of’ta denizi görüyor ve
Trabzon’da çalışan babamın yanına gidiyorum. Babam Hüseyin Boz ve İlyas Boz ile
ahşap bir evde kirada oturuyor. İlk defa elektrikli ev görüyorum. Düğmeleri
açıp ışığı yakmak hoşuma gidiyor.
-
1960. İLK DEFA PARDESÜM OLUYOR. 1960 Şubat karne
tatilinde diplomalara yapıştırmak üzere fotoğraf çektirmek üzere tekrar Trabzon’a
gidiyorum. Ahmet Ulusoy oğlu A. Cemal Ulusoy’a, babam da bana ATALAR
mağazasından birer pardösü alıyorlar. Bu sefer babamla Kazım ve Hafız
Kofoğlu’nun evinde kalıyoruz. Hanımları henüz Çaykara’dan Trabzon’a
taşınmamışlar.
-
1959-1960. Babam devam ediyor: “1959-1960 artık
tam muhasebedeydim. Epeyce müşteriler oldu. Zamanla sayıları arttı; 30-35
kişinin muhasebe defterlerine bakıyordum. 1996 yılına kadar bu işe devam ettim”.
-
1957. 1957 Mayısında mümeyyizlerin huzurunda
sözlü imtihanları da vererek ilkokuldan mezun oldum.
-
1957. 1957 Eylül ayında, babam Trabzon’dan haber
göndermiş:” Çocuğu ortaokula kaydedin”. Hasan Amcamla okula gittik. Nüfus
kâğıdımda doğum tarihim 17.04.1947 yazılı olduğu için gerekli olan en az 12 yaş
şartını sağlamadığım anlaşıldı. Müdür İzzet Şahin: “Mademki ilkokulu bitirdi,
ben de onu kaydedeyim” dedi ve beni 148 numara ile 1-A sınıfına kaydetti.
Böylece Çaykara Orta Okuluna başladım.
-
1960. Babam anlatıyor: “1960 yılında Hasan
hastalandı.1961 yılında kendisini Trabzon’da Dr. Sami Akmanlar’a götürdük. -Akciğerinde
kis var; Ankara’daki hocama sizi göndereceğim- dedi. Bizi Devlet Hastanesine,
galiba İrfan Titiz’e gönderdi. Hastanın uçakla gitmesi gerekiyor. Biletleri
aldım. Sait Yar, -orada tanıdığım bir esnaf var; ben gideyim- dedi. Giderken Hasan’ı
Sait Yar götürdü. Ameliyat oldu. On on beş gün hastanede kaldı. Sonra ben gidip
aldım. Giderken otobüsle gittim. Hasan’a
uçak bileti almak için iki gün Ankara’da kaldık. Onun uçak biletini aldım. İki
akşam bir hasta sahibinin gecekondusunda kaldı. Kim olduklarını dahi
bilmiyoruz. Evine götürdüler, ben otelde
kaldım. Uçak bileti almak için iki gün Ankara’da kaldık. Hasan’ın uçak biletini
aldım. Uzak olduğu için Hasan’ı hava alanına götürdüm. Otobüsle dönerken araba
beni tuttu. Dr. Sami Akmanlar Trabzon’da
Maraşlı Köyünden Posta Şefine ” Gazeteye
bir teşekkür yazdırmadılar” dedi. Bu gerçekten basiretsizlik. Ameliyattan sonra
tekrar Hasan’ı ona götürdük.
-
1965. Ömer 1965 te Yozgat’a gittikten sonra
Hasan Çavuş (Pamuk) ile bir mektup ile birlikte elden 3500 TL gönderdim. Bütün
paramı vermiştim. Belki de hiç param kalmadı. .
-
1968. 2 Aralık 1968’de kardeşim Şükran (Nuriye)
doğdu.
-
1969. Babam anlatıyor. 1969 da Hasan kaçak olarak
Almanya’ya (Belçika’ya) gitti. Hasan Bal vasıta oldu. Hasan Bal bu iş için 6000
TL lazım dedi. 3000 lirasını Necati, 3000 lirasını ben verdim.
-
1972. Babam anlatıyor: 1972 de annem “Benim hastalığım
seneden seneye artıyor; hacca gidelim “ dedi. Ben ihmal etmiştim.
-
1972. Babam devam ediyor: ”1972’nin Ağustos
ayında annem yaylada rahatsızlandı. Haber gelince Trabzon’dan Çaykara’ya
geldim. Annenle birlikte köyden Çaykara’ya indik. Yaylaya gideceğiz. Ot yüklü
Şerahlı bir arabaya bindik. Şerah’ta (Uzungöl) indik. Yaya olarak yola girdik.
Meles Harmanlarında Mehmet Yıldız (Gurna) ya rastladık. “Annen biraz iyidir”
dedi. Yaylaya çıktık. Annem sevindi, biraz rahatladı. Hastalığı tamamen iyileşmiş
gibi oldu. Bu belki de sevincinden meydana geldi. Şeker hastasıydı ve yanında
çocuklar (torunları) vardı. İstenen perhiz yemekleri hazırlanamadı. Yaylaya giderken
niyetlenmiştim ve yaylada anneme “ Hacca beraber gitmemiz için kayıt
yaptıracağım dedim. Çok sevindi. Orada bir iki gün durduk, sonra mecburen
döndük. Üzüldü, ağladı, Holhon’dan aşana kadar evin arka tarafında bekledi.
Trabzon’a gidince hemen hac için kayıt yaptırdık. İbrahim Bulut (Hüseyin Duman)
şirketi vasıtası ile gitmeye niyetlendik.
-
1972. Aralık 1972 de Trabzon’dan köye geldim
annemi alıp Trabzon’a gitmek istedim. “Ben yalnız Trabzon’da ne yapacağım.
Havva (benim annem) da gelsin dedi. Havva da bizimle geldi. Trabzon’da
hastanede sağlık muayenesini yaptırdık. Anneme doktor “iyisin” dedi; Annem çok
sevindi. Tabakhane Köprüsünün yanında arabadan indik. Yürüyerek Yenicuma
Mahallesine çıktık. Ben de yürüyebilmesine sevindim. Çok gayret ediyordu. Başka
bir şirketle falancılar gitti dediler. Annem “ Yoksa biz gidemeyecek miyiz”
dedi. Defterlerin günü gününe yazılmasını istiyorum. Çünkü hac yolculuğu bir ay
sürüyor. Değirmendere’ye Osman Usta’nın defterlerini yazmaya gittim. Annem
ikindi namazında çok şiddetli hapşırmalar yapmış. Öylece orada yıkılmış. Şükran
oradaydı. Beni aradılar, fakat bulamadılar. Sessiz düşmüş. Cuma günü hareket
edecektik. Telefonla Çarşıya haber verdiler.
Hüseyin Yaroğlu bir doktor alıp eve geldi. Doktor onu Numune
Hastahanesine kaldırdı ve hastaneye yatırdı. Mustafa Kumkumoğlu annemin
hastalığını duydu. Sordu ve doktorun ismini öğrendi. Doktoru aradı. Doktor hastanın müdahale
edilecek hali yok dedi. Gece saat 1 de doktoru alıp hastaneye getirdi. Çarşamba
günü annem hiç konuşamadı. Perşembe akşamı öldü. Sabahtan halamın oğlu Muhammed
Turan -Servis arabası ile cenazeyi ben Çaykara’ya götüreceğim- dedi. Mustafa
Kaymak mezarını ve her şeyi hazırladı. Ben hacca gitmekten vazgeçtim. Öğle geçerek
Cuma akşamı toprağa girmek iyi diyorlar. Ertesi gün Cuma namazını kıldık.
Cenazeyi kaldırdık. Mustafa Kaymak hacdan geri kalmayalım diye Mustafa
Ağıralioğlu’na yalvardı. Mustafa Amca “Her
şey hazır, gidin” dedi. Gitmeye karar verdik. Saat 2’ de Çaykara’ya indik.
Mustafa Kaymak annene “Sen yerine gidebilirsin” dedi. Çekindik, anneni almadık.
Osman Uygun bize uçak bileti aldı. İstanbul’a gittik. İstanbul’da arkadaşlara
yetiştik. Mustafa Kaymak’ı çağırdılar, beni çağırmadılar. Mustafa telaşlandı.
Neyse iki saat sonra benim ismim de okundu. Ben başka bir uçakla gitmiş oldum.
Mustafa Cidde’de beni bekledi. Beni görünce ağladı. Cidde’den Mekke-i Mükerreme’ye
otobüsle hareket ettik. Yerleştiğimiz otel Beytullah’a uzak. “Kimse dışarı
çıkmasın sabah erken varıp tavafımızı yapacağız” dendi. Biz dinlemedik. En az 40 dakikalık
yaya yolu yürüyeceğiz. Saat 14’ te yola çıktık. Sorarak Kabe’ye geldik. Baba-u Selam’a vardık. Terlikleri dış kapıda
bıraktık. Beytullah’ı görünce bir genç bize yardım etmek istedi. Biz istemeden
sağ kolu açık bırakacak şekilde ihramı şekillendirdi. 7 dönüş yaparak tavaf
yaptık. Arapça olarak iki rekat namaz kılın
dendi. Selam verdik. Ayağa kalktık. Mustafa kendisine 50 riyal verdi, ben 5
riyal uzattım. Benin parayı almadı. Mustafa 5 riyal yerine, yanlışlıkla 50
riyal verdi. Parayı itince yerden 5 riyali aldı. Nafile tavaf yapalım dedik. Ve
ettik. Sabaha doğru bir soğuk oldu. Mustafa ile birbirimizi kaybettik. Evi
buldum, fakat Mustafa’yı bulamamdım. Biraz peynir ekmek yedikten sonra
Beytullah’a döndüm. Öğleyin eve döndüm.
Mustafa da evi arıyor, fakat bulamıyor. Akşam oldu, hala buluşamadık.
İbrahim Bulut’a sordum. O da “Bilmiyorum”
dedi. Yatsıdan sonra Hopşeralı (Maçka’ya yerleşmiş) Mustafa Orhan adlı bir
arkadaş Mustafa’yı getirdi. O arkadaş Cevdet Yavuz ile hacca gelmişti. Arife gününden bir gün önce Arafat Dağına
çıktık. İki akşam kaldık. Ertesi gün öğle namazında vakfe (duruş duası)
vazifesini yaptık. İkindi namazını kıldıktan sonra Muzdelife’ye vardık. Orada
öğle namazı ile ikindi namazını (Cem-i takdim) beraber kıldık. Cem-i tehir ile
akşam namazını yatsı namazı ile beraber kıldık. Orada battaniye ile kaldık.
Sabah namazdan sonra vakfe (duruş duası) yaptık. Mİna’ya şeytan taşlamaya
hareket ettik. Açık araba ile Mina’ya giderken araba insan kalabalığından
ilerleyemiyor. Çantaları ve birer battaniyeyi arabada bir arkadaşa bırakıp
arabadan indik. Yaya olarak gidiyoruz.
Mustafa sabırsız. Çadırları geçtik. Taşlama ibadetini iyi yaptık. 7 tane nohut
tanesi kadar taşı kullanarak taşlamayı yapıp geri döndük. Hac-cı Kırana niyet
ettik. Kurban keseceğiz. İnsan kalabalığı çok fazla. Yolda sel gibi kalabalık
var. Birbirimizi kaybettik. Çadırın yerini bilmiyoruz. Ben Mustafa Orhan’ı
buldum. “Kurban kesmedim” dedim. Onunla gidip bir inek aldık. Kendisi kesti.
Çadırı buldum. Mustafa Kaymak’ı bulamadım.
Kurbanı kesince, Mekke-i Mükerreme’ye ineceğiz. İbrahim Bulut ”Çantaları
almadınız, bana taşıttınız” dedi. Yaklaşık 1000 metre taşımıştı. Yatsıdan sonra
çadırda buluştuk. Ertesi gün beni tavafı tehirli yaptık (Farzı yerine
getirdik). Müzdelife’ye döndük. Sonra ikinci taşlamayı yaptık. 3 yere 7’şer taş
attık. Böylece büyük, orta ve küçük şeytanı taşlamış olduk. Tekrar Mina’ya
çadırda geldik ve orada yattık. Ertesi gün 3. Taşlamayı yaptık. Toplam 71 taş gereklidir. Öğeden sonra yaya
olarak Mekke-i Mükerreme’ye indik. Mekke’de toplam bir ay kaldık. Bol bol
nafile tavaf yaptık. Oradan otobüsle Medine-i Münevvere’ye hareket ettik.
Oteller çok kalabalık dışarıda kalmayalım diye yolda bir mevkide bizi
eğlediler. Orada akşama kadar kaldık. Şehre sokmadılar. Bedir denilen yerde
sabah namazını kıldık. Oradan hareket ettik. Medine-i Münevvere’ye girişte
otobüsleri durdurdular. İstasyon gibi tarihi yerleri gezdik. Cami ve
istasyonlar kırılmış, vagonlar çürümüş. Vagonlara bakarken o arada arabalar
hareket etti. Ben yalnız kaldım. Yalnız olarak orayı dolaştım. Cuma günü,
Cumaya yetişmem gerekir. Mustafa’dan ayrılmış olduk. Bir saatlik yolculuktan
sonra Medine’ye girdim. Cumaya yetiştim. Cuma namazından Peygamberimizin
kabrini ziyaret ettim. Akşamdan sonra Mustafa’nın bir sokakta olabileceğini
söylediler. Bir apartmanın kapsısında bir Mavranlıyı gördüm. Mustafa odada
örtüleri sermiş dışarı çıkmış. Mustafa beni kayıp biliyor. Gelip beni odada
görünce sevindi. Beni uyandırdı. Bir hafta Medine’de kaldık. Oradaki vazifeleri
yaptık. Bir hafta sonra Cidde’ye geldik. Bir akşam kaldık. Hava çok sıcaktı. Ertesi
gün binip İstanbul’a geldik. Mustafa’nın evinde bir iki gün kaldım. Yemek
yiyemiyordum. Orada Cemile Yenge çorba yaptı ondan yedik. Hacda ihramlı suyun
altına girdim ve ıslak ihramdan hasta oldum. Uzun zaman bunun etkisi olan
öksürük devam etti. Oradan Trabzon’a geldim.
-
1973. Gülbeden büyükanne 1 Ocak 1973 te toprağa
verildi.
-
1973. ARSANIN
ALINMASI VE EVİN YAPILMASI: Babam anlatıyor “Süleyman Öztürk Çarşı Mahallesindeki
arsayı satın aldı. Ağabeyi Şuayıp bunu bana gösterdi. “Ben buna ortak olurum”
dedim. Tamam dedi. 1 hisse Öztürkler, 1
hisse ben ve bir hisse Akçaabatlı bir arkadaş ortak olarak alınan arsa üzerinde
1973’ de inşaata başladık ve 1974’de inşaatı bitirdik.
-
1976.İKİNCİ HACCA GİDİŞ: Babam dedi ki: “1976
yılında annen ile tekrar hacca gittik. Daha evvel anlatmıştım. Annem hac için
köyden ayrılıp Trabzon’a kadar gelmişti. Yolda ölen hac vazifesini yapmış
sayılır. Fakat müsterih olmak için 1976 yılında annem için hacca gittim.
-
1977. 1977’ de Babamın çok samimi arkadaşı
Mustafa Kumkumoğlu yaklaşık 50 yaşında vefat etti.
-
1978. Babam Yenicuma’daki evden 27 yıl sonra
Çarşı Mahallesi’ndeki eve taşındı.
-
1978. 23 Temmuz 1978 de Necati- Zehra ve Selim
Amerika’ya gittiler.
-
1987. HASAN AMCA AMELİYAT OLDU: 1987 de
İstanbul’da şiddetli kar oldu. On beş gün kadar insanlar pek evlerinden dışarı
çıkamadılar. Hasan Amca karaciğerinden ameliyat oldu. Annem, babam, Ayşe yenge
İstanbul’a gelmişlerdi. Mahir de İstanbul’daydı.
-
1997. ÜÇÜNCÜ HACCA GİDİŞ: Babam dedi ki:” 1997
yılında babam için hacca gittim. Babam, Selim Dere’ye 1944 yılında “Bu çocuğu
alıp hacca gideceğim” demişti. Fakat 1945’de ölünce bu niyetini
gerçekleştirememişti. Bu benim kalbimde ukde olarak kalmıştı.” Müsait durum
olursa babam için hac yapacağımı vaat etmiştim. O sefer de annen ile beraber gittik.
Fakat 1973 de yapılan hac vazifesi bambaşka idi. Vazifeler tam ikmal edildi.”
-
1997. YAYLA EVİ YAPILMASI: “1997 yılında
defterleri bıraktıktan sonra yayladaki evi yaptım.”
-
2005. Ömer Amca 22 Şubat 2005’ te Sorgun’da
toprağa verildi.
-
2007. Hasan Amca 23 Haziran 2007 Cumartesi öldü,
Pazar günü saat 16 da toprağa verildi.
-
2007. BU NOTLARIN TUTULDUĞU SON HAFTA. 1 Ağustos
2007 babam Koldoşersa’nın kiremitlerini aktardı. Bir haftaya yakın bu işi için
oraya gidip geldi. Çok yorgun eve döndü. Başı çok ağrıyordu. Ama akşam ve yatsı
namazında camiye gitti. Yorgun ve hasta olduğu halde her zamanki gibi abdest
aldı, ev kıyafetini değiştirdi ve camiye gitti. Ömrü boyunca sadece kendi
evinin değil, 6 evin bakım ve onarımını sürekli yaptı ve onların çürümesini
önledi.
-
ÖLÜMÜ: Babam 15 Aralık 2012 Cumartesi günü
Trabzon’da evde hastalandı. Ben de o sabah Trabzon’daki eve gitmiştim. Büyük
bir ıstırap içindeydi. Hastaneden yeni çıktığı halde onu Trabzon Kaş’daki
hastahaneye kaldırdık. Doktorlar ameliyat edilmesinin şart olduğunu söylediler.
Yapılan ameliyattan sonra doktoru bağırsaklarının kangren olduğunu ve
çürüdüğünü bana söyledi. Babam ameliyat masasından kalkamadı. Pazar günü vefat
etti ve 17 Aralık 2012 Pazartesi Günü Çaykara- Eğridere Mahallesinde aile
kabristanına onu defnettik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder